Sayfalar

Uzanır Ağladığım Yanıma, Yıldırım Türker

Lise birdeydim. Uzun kış akşamlarının birinde yatılı okulun etüt salonunda sessizce önüme düşüvermişti.
Mosmor bir kitap: ‘Yort Savul’.
O gün bugündür şiirin mor izini sürer dururum.
Daha önceleri, Ankara’nın karanlık ikindilerinden birinde, hülyalı bir çocuk olarak ‘Bakışsız Bir
Kedi Kara’ kitabıyla tanışmıştım oysa. ‘Kınar Hanımın Denizleri’ni de bilirdim. İçimi karıştırıp bana dünyanın zengin tekinsizliğini hissettirdiğini hatırlarım.
Ama bir başka şairimin dediği gibi, kimi şiirler kimi yaşları bekler, Ece Ayhan’ı yatılı yıllarımda tanıdım.
Kanımca Ece Ayhan, bu topraklara gelmiş en cesur karaşınlardandır.
Külyutmaz bir Cumhuriyet arkeologudur aynı zamanda. Hiçbir yere tutunmuşluğu yoktur. Beyefendilerden sayılmaması bu sebepledir. Şiirleri karatahtaya gelmez. Okullarda okutulmaz.
Yıl sonu müsamerelerine çıkarılmayan, tüzüklerle çarpışarak büyüyen, anası adıyla çalışan ermiş Sirkeci kadınlarından olan, orta ikiden ayrılan çocukların şiirini yazar, o.
“Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında/ Bir teneffüs daha yaşasaydı/ Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür/ Devlet dersinde öldürülmüştür.”
Bir söyleşide, “Devlet dersi Türkiye’de seçmeli değil, sorunlu bir derstir. Bu dersin öğretmenlerini herkes biliyor, geçmişte ve günümüzde” demişliği vardır.
Aynı söyleşiden: “Bir de ‘karaşınlar’a soralım bakalım bu soruyu; onlar buna be diyecekler? ‘Evet, sarışınlar yazmıştır tarihi!
Hem de karaşınlar üzerine, karaşınlara değgin!’ Söylenmeyen, söyletilmeyen bir başat renk
vardır tüm tarihte; ‘iktidar sarısı’.”
Sarı kamudan da tiksinir. Enikonu yabandır.
Ece Ayhan, döneminde Cumhuriyet’e hiç borçlanmamış yegâne şairdir. Kemalizmin sopasını
ilk sezenlerdendir.
Bu toplumda sivilliğin hiç yeşermemişliğinden dem vurur.
Onun için şiiri kara bir yeraltı şiiridir.
Kendisi de mülkten hiç nasibini almamış, bir tuhaf ademdi. Şiirine çok benzerdi.
Düzene karşı kendini bir an olsun kullanılır kılmadı.
Bu dünyaya sığıntıydı. Yalnız evsiz olduğundan değil. Dalgın bir cambaz olduğundan. İnsanın en derinindeki karanlığı avucunun içi gibi bildiğinden. Şiirinin önceleyeni olmadığından.
Hiçbir rafa yerleştirilemediğinden.
Şimdi yoksul bahçemde ağırlarken, bu Türkçenin bana en büyük heyecanlarını tattırmış şairinin zaten hep yanımda olmuşluğunu hissediyorum.
Evet Ece Ayhan, o: “Gelir bir dalgın cambaz. Geç saatlerin denizinden. Üfler lambayı. Uzanır ağladığım yanıma.”

Ey erkek Şehrazat! Suriye mantığı
Aydınlık bir el yazısını buruşturan
Ey son taksitlerini yatıranların kentindeki okuyucu!
Her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı


Bütünleyemez mi sanıyorsunuz çalışır bir şiir kara
Yukarda parçalanmış yüzleri
Türkiye mezarlığının derinliklerinden çıkarıp


İşte rıh ve hokka!
Zulme karşı hadisler derleyen baba ve
Koşarlı ayaklarıyla oğul


Mahmuzlu bir su üstü gemisi sığlığa oturmuştur
Uzun ölülerin gömülmeleri uzamış denizlerdeyse
Hiç bitmez
Yorulan bir şiirin ayak değiştirmesi


Ala ala hey! Artık şarkı olacak
Şiirin döndermesine genç hallaçlar ve
Kuşbakışlı çocuklar karşılık veriyorlar
Salarak gürlüklerine göğün uçurtmalar, hurra! / Ece Ayhan
                                                  



(Radikal Gazetesi, 26 Aralık 2009)