Sayfalar

Sezai Sarıoğlu ; Bir şair, bir şiir, bir detay

Yakındoğu’nun düpedüz İtalyancası: Farsça/ Yakındoğu’nun zengin Fransızcası: Arapça/ Yakındoğu’nun duru İngilizcesi: Türkçe/ Yakındoğu’nun dallı İspanyolcası: Kürtçe/ Yakındoğu’nun kırık Portekizcesi: Lazca/ Yakındoğu’nun yatay Çincesi: Ürgüp Göreme/ Yakındoğu’nun sıcak ve çılgın esperantosu: pazaryeri/ Hani geçen sayıda ondan söz etmiştim de. (Cemal Süreya)

Dili ve ülkesinden sürülen Cemal Süreya, Ortadoğu üzerine yazmayı dert edinmişti. “Ne demiş uçurumda açan çiçek/ yurdumsun ey uçrum” diyen Süreya’yı bu hevesini yerine getiremeden kaybettik. Şairden geriye, şiirlerine yedirilmiş Ortadoğu imgeleriyle bir kaç parça şiir kaldı. Şu günlerde Cemal Süreya’nın yeniden görünür olması ise rastlantı olmasa gerek. Onun şiirlerine okur/araştırmacı ilgisinin artması, şairi ötekileştirenlerin açık-gizli özür dileyip “itibarını iade etmesi!” sevindirici. Yine de eleştirmenlerin onu kodladığı “erotik şiir/şair” algısı yürürlükte. Üniter ve muvazzaf eleştirinin, okumanın değişmesi için düz eleştirmenlerin ve düz okurların başına daha çok Cemal Süreya düşmesi gerekiyor. Şairin zaman altından çıkıp “revaçta” olmasının Ortadoğu’daki gelişmelerle doğrudan ilgili olduğunu söylemek abartılı iddia olur. Okuru ve eleştirmenleri şaire yönelten daha dolaylı bir etkiden söz edilebilir. Kürdistan ve Ortadoğu’daki gelişmelere paralel Cemal Süreya’nın değer/itibar kazanmasını, bazı şiirlerin/şairlerin bazı zamanları, bazı zamanların da bazı şiirleri beklediğine de bağlanabilir. Onun şiiriyle parça başı yeniden tanışma olan bu yazının muradı, şairin külliyatında özgün yer tutan “ORTADOĞU IV” şiirini günümüzle ilişkilendirerek okumak. Bir şiire “iyi” başlamanın bazı şairlere has olduğundan söz edilir. Şiirine “Zaman mı? değil zaman/ Akan zaman değil mesafelerdir” dizeleriyle başlayan Süreya’nın, daha başta, okuru “zaman” ile “mesafe” arasında açmaza sokma marifetiyle iltifatı hak ettiği söylenebilir. İster “ân” olarak ister “süreç”, ister “masal” isterse de “kavram” olarak algılayalım yerel/evrensel kötülük dinamiklerinin Ortadoğu’da zamanı, saati ve mesafeleri yeniden kurguladığı açık. Ne var ki onlara karşı direnen iyilik dinamikleri de bir başka zaman ve mesafe ayarı yapmanın tarihsel-siyasal çabası içindedir. Bir şair niçin yazar? Derdi vardır, kalbiyle aklı arasına astığı soruları vardır... İlhan Berk “yazmak cehennemdir”, Sait Faik “Yazmasam çıldıracaktım” dese de bir şair kötülüklerle baş edip iyileşmek için de yazar. “Rüzgarın nereden eseceğini bilmediği” , kum ile çöl arasına ve Kürtçe’ye dört ayrı sınır çekildiği bu mayınlı coğrafya da iyileşmek, dilin/sözü kederi ile insanın kederini “sınır”la da ilişkilendirmekten geçer: “Güneşin çekici yukarda/ Suyun bıçağı aşağıda/ Krom alçakgönüllü, bakır utangaç,/ Ağaç: Bir damla iki kıvılcım arasında./ Rüzgâr bilmiyor nerden eseceğini/ Sınırlar kesik,/ Yerleşme yerlerinde balkıma.” Her şiirin kaderi/kederi şair kadar okurun da alnına yazılmıştır. Dersim-Erzincan’dan kara trenle sürgün edilip Bilecik’e vardığı günü, “tarih öncesi köpekler havlıyordu” diye tarihe not düşen bir şairin, şiirin kalbine yerleştirdiği dizeleri okuyalım ve Ortadoğu’yu düşünerek düş kuralım: “Biz kırıldık daha da kırılırız/ Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü/Hırsız da bilmiyor çaldığını/ Biz yeni bir hayatın acemileriyiz/ Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor/ Şiirimiz, aşkımız yeniden,/ Son kötü günleri yaşıyoruz belki/ İlk güzel günleri de yaşarız belki/ Kekre bir şey var bu havada/ Geçmişle gelecek arasında/ Acıyla sevinç arasında/ Öfkeyle bağış arasında” Süreya, hançer tarihi olarak da tanımlanabilecek Ortadoğu tarihini Turgut Uyar’ın “çıkmazın güzelliği” soyutlamasıyla, “iksir” ile “ağu” arasında kurduğu poetik diyalektikle yeniden kurar “Biz kırıldık daha da kırılırız/ Doğudan Batıya bütün dünyada/ Ama kardeşin kardeşe vurduğu hançer/ İki ciğer arasında bağlantı kurar/ Büyür, bir gün, zenginleşir orada,/ Çünkü Ali’yi dirilten iksir de saklı/ Hasan’a sunulmuş ağuda,/ Granitin de olur bir okyanus diriliği,/ Nehirler daha uysal akar,/ Bir çiçek nasıl açılıyorsa kendiliğinden/ Bir kuş nasıl uçuyorsa/ Öyle sever, çalışır insan,/ Kıraçlar çarptıkça dağlara/ Gül göçürür şafağından/ Doğanın altın şafağından/ İnsanın altın şafağından/ Tarihin altın şafağından” Ve bir şiir ancak bu kadar güzel bitebilir: “Biz kırıldık daha da kırılırız// Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”