Sayfalar

Sezai Sarıoğlu;Turfanda Nuh’un teknesi

Madem ki elenişin sırrını soruyorsun ey talip,o halde seni merakta bırakmayacağım.‘Her şey o mudur, yoksa O’ndan mıdır?’ diye sordu Nuh ve ‘Her şey O’ndandır’ diyenleri gemiye aldı. Elendim. Tek kaldım, çokluk içinde. Sular yükseldi, karanlık çöktü. Çaresizdim. Umman-ı hakikatte gark olmuştum. Hep teşbih içinde. (...) Bir geminin yolcularıydılar hepsi de. Bir tufan sonrasının yolcuları. Hayatta kalmaktan başka bir becerileri var mıydı, bilinmez. 
‘Her şey O’ndandır,’ dediler ve kurtuldular.
‘Her şey O’dur, deselerdi boğulurlardı, nitekim dediler ve boğuldular.Tenzih ehli kurtuldu, teşbih ehli helak oldu. Zahirde.” (Dücane Cündioğlu, “Hz. İnsan”)

Son aylarda yürürlüğe koyulup “çözüm” olarak takdim edilen taktik ve stratejilerin “Barış süreci” olup olmadığını bilecek delillere sahip değilim. Bildiğim, bu tür süreçlerin politik, etik ve estetik bir bütünlük içermesi gerektiğidir.Şu ana kadar devlet/hükümet   aklının ve dilinin böyle bir kaygı ve hakikat içerdiği söyleyenin burnu Kof Dağı’na dek büyür. Öte yandan, birbirini “düşman” ilan etmiş tarafların savaşı üzerine süren bir “masaya oturmaları”ihtimali elbette barış yanlılarını sevindirir.Ne var ki, başka dünyalıların örneklerine bakarak bunun, çocukluğumuzda oynadığımız “aldım verdim ben seni yendim”, “alamazsın, veremezsin sen beni yenemezsin” oyunu gibi olamayacağı aşikar.Aslolan, “savaş nedeni” olan tarihsel, siyasal, kültürel sorunların,bir daha savaşı gerektirmeyecek şekilde tarihin çöp tenekesine atılmasıdır. Bu da masadaki ya da akıldaki taleplerin neler olduğunu bize hatırlatır. Burada “masa” mecaz olarak ortak yaşanması düşünülen, düşlenen, hala mümkün olduğu varsayılan, söylenen “Türkiye”dir.(Orhan Alkaya’nın “Türkiye Hala Mümkün” kitabı geliyor aklıma...) O halde “masada”, tarihsel ve güncel olarak oluşmuş “iki” tarafın olması gerçeği, taleplerin ve dilin diğer halkları, ezilenleri, sömürülenleri de çıkarlarını da “unutmayı” gerektirmez. Dahası, kullanılan dilin, özellikle de ezilen tarafın dilinin başkalarını mağdur eden “yeni bir resmi dil!” olması esastan ve usulden sorunludur. “Sorun” olarak niteliğimiz şey, barışı vadeden dilin, ilk ya da son tahlilde karşı çıktığı dile benzememesinin etiği ve estetiğidir.Arif Damar’ın, “Hissen yok bu akşamda senin/ sen öğleden beri/ bu renk renk/ bu çeşit çeşit söylenen şarkının/ artık haricindesin” dizelerinin kolaylaştırıcılığında, MHP, CHP gibi, aynı devlet/ruh ikizi yeminli şovenistlerin bu muhabbette hisseleri olmadığını not düşerek devam edelim. Her sürecin özgün bir dili, etiği, estetiği söz konusu. Bir projeyi savunmanın da karşı çıkmanın da bir dili, etiği, estetiği olmalı,Bizim mahallenin kolektiflerince sürece yapılan“itirazlar,
“tanımlar”, bazı doğruların sanki “yanlış” söylendiği bir tavır olarak şekilleniyor. Bu konuda ilk söylenmesi gereken, savaşın doğrudan tarafı olan dahil, bizim mahalledeki hiçbir siyasal kolektifin diğeri karşısında mutlak haklı/doğru ya da mutlak haksız/yanlış olamayacağıdır. Bir çoğu haklı da olsa bütünlüklü bir eleştiri dili kuramama, “savaşa devam!” dışında karşı öneri sunamama, bu sorunda da taraf olan sosyalistleri sürekli “ilke tekrarlayarak tutum beyan eden” konumuna düşürüyor. Oysa tarih onlardan daha fazlasını bekliyor. Barış, birbirimize yenilmemenin tersine, hep birlikte bir bu kez de “Barış” ihtimali üzerinden resmi tarihe yenilmemenin teori ve pratiği değil midir? Devlet/hükümet tarafından sıkça altı çizilen, “görüşme trafiğinin tarihselliği, sürece zarar vermeme”, “tarihi eşik”, gibi “kırmızı çizgi” yaratan söylemler daha başında özgür tartışmayı engelliyor.Kısaca serpiştirdiğim bu işaretler, nedense Nuh Efsanesi’ni hatırlatıyor bana. İtaat edip gemiye alınan “çift”ler, itaat etmeyip alınmayan “tek”ler. Hayvanları gemiye bindirmeyi başaran Nuh, ona inanmayıp gemiye binmeyi reddeden karısı ve oğlu. Gemideki “tek” Nuh... Gemideki “tek” olanın neden tek, dışarıda kalan “tek”lerin halleri boşlukta bir soru(n) olarak kalsın, biz güncele dönelim. “Gerekirse baldıran içerim!” diyen başbakan tarihin kadiri mutlak muktediri olarak kendini “tek” ilan ediyorsa tarihteki ve efsanelerdeki delillere tekrar tekrar bakmak gerekiyor...Devletin/hükümetin kafasında tahayyül ettiği Türkiye’nin ne olduğunu anlamak için yaptıklarına bakmak yeterli. Yeni bir Türkiye için “Ah” çekerek barış için seslenmek ve “barış”mak başka, “aşk” çekerek seslenmek ve “barış”mak başka... İster politik yetmezliğime ve “küçük burjuva” zaafıma, ister politikadan nasibini almamış “şairliğime” sayın, bu şerhlerime ve itirazlarıma rağmen “barış” sözcüğünü duymak beni her zaman heyecanlandırır. Heyecanımı hem mazur, hem mahcup hem de Barış görün..