Sayfalar

Nevzat Çelik / Sevgili Yoldaş Kurbağalar

İTİRAZIN İKİ ŞARTI


 Çok olmadığımız kesin çok olan tarafta değiliz çok olan tarafta olmayacağız türkiye'de kürt olacağız kürtlerde ermeni ermenilerde süryani gidip almanya'da türk olacağız hollanda'da surinamlı fransa'da cezayirli İran'da azeri Amerika'da zifiri zenci olacağız çoğalan zenci de mutlaka kızılderili İsrail'de filistinli köpeğin karşısında kedi kedinin karşısında kuş olacağız kuşun karşısında börtü böcek hakemler hep karşı takımı tutacak ve biz hep yedi kişiyle tamalayacağız maçı çiçeklerden kamelya olacağız az kolumuzun tarafında solda olacağız bu itarazın ilk şartı solda da az olacağız bu itirazın ilk şartı solda da az olacağız devrimi çoğaltırken çünkü bir başka devrime hızla azalacağız bu da itarazın ikinci şartı ..

''Kurbağalar gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanır''. Çin Atasözü.. Sevgili Yoldaş Kurbağalar, manifesto gibi bir şiirle başlar: İtirazın İki Şartı. Az olanın yanında olmayı önerir şiirde. Çok olmanın baskıcı karakteri az olanın yanında olmakla kırılır çünkü! Şafak Türküsünden sonra belki de en beğenilen, en bilinen şiirlerden biri olur İtirazın İki Şartı. Her türlü egemenlik, eşitsizlik, mülkiyet ve tahakküm ilişkisinin meşruiyetini reddeden, verili sisteme karşı yapılacak eleştirinin öncelikle kendi akıl yürütmelerinden, bedenlerinden ve alışkanlıklarından geçirildiğinde sahici olabileceğini söyleyen Nevzat Çelik, herkesi kuyunun dibinden çıkmaya çağırır. Gökyüzü sanıldığından çok daha büyük ve geniştir. Şafak Türküsünden sonra kült olmaya aday ikinci kitaptır Sevgili Yoldaş Kurbağalar.


size şiddeti suyunu bulandırmayan bir öfke getirdim -çünkü
öfkeliyken bir cinayeti tasarlamak cinayete gerekçe oluyor
harp ve sulh arasında uzun yıllar var ki işgal altında aklım
yeni bir bakma biçimi getirdim acı aynı da kadrajı farklı
ara sıra gidip ilhami'de balık yemeli yüfer mi olur çipura mı
her balık her yeme gelmez damak tadına göre olta ister
usta balıkçı ister sanılır ki şarap kadehini sarkıtmış denize
üstelik deniz karanlıkta bir orman kadar tehlike büyütmez
ayaklarına ıslak yosunlar değer ürkmek düşünceye dair
ne zaman iyi şeyler düşünsem cinayetsiz bir gün düşünsem
anasından otoparkçı doğmuş itin biri başıma dikiliyor
uzun zaman oldu oysa bir cinayeti adam gibi tasarlamayalı
uzun zaman oldu ihlal etmeyeli bir aşkın sınırlarını
bir çocuğa yarın diye bakmayalı uzun zaman oldu
bütün bu uzun zamanları birbirine ekleyerek getirdim
aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar
halkın iki yüzünü otopsi masasına getirdim
 -çünkü
neden bedeniyle düşünür bir halk merak ediyorum
kan tutan bakmasın utangaç istakoz derinlere kaçsın
yeni bir anlama biçimi getirdim düşlerin trasesi olsun
kravatlı yürüdüğümde müdürüm diye adres soran birini
gözümü kırpmadan otoparkçının yanına gönderebilirim
bilmiyorum diyorum bilerek herkesin her şeyi bildiğini
gidip rasgele satın alıyorum erikleri elmaları kirazları
manav tezgâhında özenle çalışılmış al yeşil yalanları
kırık bir koltuk gibi dayıyorum sırtımı duvara
karnımda bir kucak göbek gözlerim doluyor
kalkıp yürüsem yürüyen esmer bir keder oluyorum
pencerenin pervazında sönmemiş sigara izmariti
insan nasıl duruyorsa öyle biçimleniyor gövdesi
biçim bir gövdenin yaşaması için gerekliydi getirdim
aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar
bir şey adına yalan söyleyen imgeyi getirdim -çünkü
o da bazen kavram gibi cinayet işliyor taammüden
bir tencereye kapağı kayıpsa kapaksız tencere denir
yeni bir kavrama biçimi getirdim tersine işleyen desen
biraz esinti desem bir kız yüzündeki utangaçlığı üfürür
bıldırcın desem papağan desem tarz itibariyle uymaz
makyaj yaparken gözlerinin rengini dağınık bırakan kadın
bacaklarına kapıcı çocuğu dolaşacakken frene basıyor
otobanda asfalta karışmış köpek ölüsü geliyor aklıma
otobansız köylüler nerden bilsin köpeğin bu ölme biçimini
kapıların önünde oturan kapıcılar bozmuyor istiflerini
ya kangalımı tasmasız geçireceğim aranızdan diyorum
ya da bugünlerde acımadan şiirler salacağım üstünüze
hiç kimse önemsemiyor kangalı değil de sanırım şiirle beni
kapağını kaybetmiş tencerenin isyanın getirdim
aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar
erken devrimler değil peşin yenilgiler getirdim -çünkü
troçki buharin ve bütün özcinayetler ayağımı burkuyor
kazma cinayet aleti değildir toprağın sertliğini alır
ipe çamaşır çitilenerek asılır beyazı rüzgâra dönük
yeni bir öfke biçimi getirdim bir başka yakışıklılık hali
erken ayrılıkları erken ölümleri kurşuna değenleri
dağdan yuvarlanan güneşi deniz yutar hatırlanırsa
kurşun soğumaya başladığında kasteder hayata
bedenin terleyen üşümesi ki ah on dokuz yirmi yaşım
kızarmış ekmeğin tereyağına uygun bir sıcaklığı olur
bastığı şiiri parça parça okurken matbaacı çırağı
uyuyup kalır da düşleri ön kapağa yedinci renk olur
yanlış bir telefon uzun çalar sesi yalnızlığımız olur
en son durumumuz bu en son ajans haberleri gibi
ne güzel geldin çiçeklerinle demeyi getirdim -çünkü
ne güzel gidiyorsun kuşlarımla demek istiyorum
sevgili sevinç olmalı su sızdırmazken ölüm bu kadar
yeni bir sevme biçimi getirdim belki yalan ama yeni
ne kadar temizlenirse halı kiri o kadar gösteriyor
ayçekirdeğinin tuzu ve dağınıklığı mazeret olabilir
tırnaklarımın ve dişlerimin arasına bulaşması dahil
kaldırılan sandalye bir daha aynı yere oturmuyor
aynada kırılan ilk yalan amipten hızlı çoğalıyor
tam bu anda suya bakan salkımsöğüt önerilebilir
konuyla alakası yokmuş gibi duran bir benin
bilmediğimiz bir kızın ensesinde ben oluşu gibi
bilmediğimiz bir oğlanda yürüyen incelik gibi
aşk olur o zaman belki de kim bilir aşk tamam olur
ışığın gölgesini inatla aydınlatma çabasını getirdim
aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar
dem çeken kumruların ansız susmasını getirdim -çünkü
karanlıkta çakılan kibritin buz gibi yalnızlığını gördüm
içimizde patlayacak bir suskunluğu ateşliyordur belki
yeni bir susma biçimi getirdim bir başka konuşma hali
dikenlerini çekmiş bir gülün üzerine yürüsek diyorum
geçtiğimiz sokakların çehresini değiştirsek diyorum
saç dibinden başlıyor dökülme isteği bunu biliyorum
kel olmadan kellik hesaba katılırsa sözün önü açılır
yüz metrede deniz olmadan bayrak değişimi belki
yaşlılık biraz da oyunsuz kalmış çocukluk değil mi
bugünlerde iyi bakmalı can yücel'e vedat günyol'a
tok bir sesle usul usul biri biri usul usul bir sesle tok
kendinden önce ipi göğüsleyene nasıl bakar bir atlet
dağ dağa dönsün yüzünü arada bulut yağmur olsun
bir kuşun kanatlarındaki rüzgârı getirdim -çünkü
dört bir taraf gökyüzü ve geniş açı yüzümü okşuyor
kalabalığın uyumu muydu yürüyüşümüze fiyaka katan
yeni bir görme biçimi getirdim okuyorum şair bey
kan giderek çoğaldı bir gülün kırmızısına mı döndük
sessizce elini eteğini çekiyor annelerimiz bizden
namaza durmalarından belli allah'a yakın dualarından
gitgide buruşan yüzleri ki cesaret edip okşayamadığımız
yitirme korkumuzu yalnız kalma korkumuzu getirdim
yükseklik korkumuzu aşağılık korkumuzu getirdim
ödediğimiz faturaları ödeyemediklerimizi ne varsa
bir taşın döne döne düşme hızını sırası gelen öyküyü
bir vapurun nazlanarak kalkışını çocukların boy atışını
sahi çocuklar boy atarken ayaklarının altı kaşınır mı
saçlarının esintisine bulutlar karışır mı onu getirdim
aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar
yüklemi öznesine yaklaşan bir cümleyi getirdim -çünkü
bir kilimin teklifsiz sıcaklığına dokunuyor ayaklarım
henüz ıslanmış bir karanfil tomurcuğu duruyor elimde
yeni bir direnme biçimi getirdim eveti ve hayırı bilen
bir kazakta ilmik ilmik büyümesini çağla yeşilinin
eski bir dostun ansızın karşımıza çıkan merhabasını
bir dilim ekmeğe bir paket sigaraya muhtaçken
az giydiğimiz pantolonda her nasılsa unutulan parayı
uzayıp giden bir dalgakıranı dalgaların kırılmışlığını
kollarımızda soba yanığı gibi duran aşı izini aşk izini
siyahla beyaz arasındayken bütün renkler bir umudu
bir kaşık suda boğacakken yutkunduğumuzu
zan altında kalışımızı zan altında bırakışımızı
erzincan depremleriyle boy ölçüşen aşklarımızı
sıracevizler caddesi'ne ceviz ağacı dikmeyi getirdim
aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar
dile düşecek bir şiiri bir şarkıyı ısrarla getirdim -çünkü
sağlam bir masada rakının üçüncü kadehini özledim
kendi yalanına inanıp bir ömrü tekrar göze almayı
yeni bir itiraz biçimi getirdim kimyası insan kimyası
matematiğini coğrafyasını fen ve tabiatını kavganın
kumda izi kalan yavrularıydık deniz kaplumbağalarının
alıcı kuşların pike yaptığı suya değdi de ayaklarımız
kalbimiz suyun aynasına düşen suretimizmiş meğer
gölgesinden nasıl kurtulur insan kendi derisini yüzmeden
erkeği zaten saymıyorum kadınsa şüphelerim çok ciddi
bir kasapla akrabalık kurmalı alışmak zor ölü arkadaşlara
tuza banılmış ekmekten geriye tuza banılmış ekmek kalıyor
keskin yüzünden köreliyor bıçak bu işlerde bir terslik var
aşık olunmaz aşkolunur devrimci olunmaz devrimolunur
ellerinden tutup soluk soluğa bütün bunları getirdim
aşkolalım devrimolalım sevgili yoldaş kurbağalar!!!