Sayfalar

Ne Hikmetse / Özlem Sezer

şarap nerden dökülüyordu kadehe, ben hep bunu merak ettim
geçtim, gözümü ellerimle kapattım, gittim, bilmedim
acır mıydı ki bir damla, bir damladan koparken
kadehte eski sevgililer gibi mi buluşurlardı yoksa
o kanda açan buğu misali şaraplar ne konuşurdu
ay ışığı canlarının içine sokuldukça ve hâlâ...
söylenmemiş erdemler nasıl saklı kalırdı aralarında

sen içtikçe şarap değil
kadeh eksilir hikmet
soğuk sızar camın arasından
ürperir incelen üzüm taneleri
teninin dokusunu sıklaştır ve
sokul bana, sokul be hikmet
sırtını dönme, onlarla söyleşme
şimdi senin tek sözün benim anlasana
şarap sekerdi ağzımın çayırlarında
söğütten habire yaprak kopardı
içim acırdı, acırdı be hikmet

güneş kuytularda kendini ayıplamaya giderdi
kaldırım taşları bozulur, ayağa takılırdı
bir el cepten çekilirken hızla
ortalığa bozuk paralar saçılırdı
ben seni anımsardım da
o yama gibi duran kadınları
göğsümde bir asma dalı yok yere
kökünden kopmaya uğraşır
etrafa acı bir yaprak sesi dağılırdı

ben senin elinden bir tas su içmedim hiç
bari gözüne biraz nem kat be hikmet
ne vakit ben gider oldum, sen de...
hiç olmazsa anımsar gibi yap hikmet

dostlar içtikçe büyür, kocaman olur
güneşe keser kadeh
sen benim neyimsin hikmet?

kime gitsen, öncekileri hatırlatır
şu şehir dediğin nedir ki hikmet?
öyle işte bir yaz gecesiydi yine
bana sigara aldılar, cebime bir şişe kanyak koydular
resmine baktım, dumanı yüzüme sardım
sesini, nefesini, güneşin ve yaprağın bükülüşünü
unuttum sabahın erinde ışığın gümbürtüsünü
ve kimse senin gibi hatırlatmıyor hikmet
kolu dövmeli gemiciler limanları usandırıyor
güz gelmiş demek, yapraklar toprağa düşüyor
sen de artık burada fazla kalma hikmet

yoruldum senden
beni cami avlusuna bırakıver hikmet
kan ve irin lekesi geçmişti üzerimden
kundağımı hangi çarşaftan kestiysen

sen merak etme büyürüm ben, üç buluta gelin giderim
pamuk şekeri gibi apak olsun yeter, kim olsa giderim
dertlenme boşa, karakolda ele vermem seni
işkenceye alsalar beni, gözüme menekşe
ellerime ten korkusu bağlasalar
seni ele vermem, ben ele giderim
benden yana varın yoğun korku olmasın hikmet

bir çift mavi göz duruyor şurda
ben kapkara bir ışığım herhalde o sularda
saçımı kes, ceketini kurtar
beni eskiciye ver, karşılığında mandal al
çarşaf al, naylon maşrapa al

bir çift mavi göz hikmet, bir çift mavi göz
ellerini yıkamaya, alaca rimelini kurutmaya gitti
dönene kadar keyfine bak, a be aptal hikmet
eskiciler sormaz nasılsa aldıklarının geçmişini
ben yanar dururum, sen rüzgâra sarıl
mavi gözler geliyor, saçımı kes, ceketini kurtar
beni sat naylon mandal al, hadisene
çarşaflara tuttur dış kapının mandalını
kirli kumaşlara, kirli kumaşlarda...
geçmişini güneşte kurut hikmet

sapan şurda, kuşları öldür, getir bana
hatırlat seninle uçmanın erdemini
sonra çöpleri karıştır iyice
bir kırık tarak getir bana
güneş de, gökyüzü de rafta

(tozunu al şu bulutların benim halim yok
ölü kuşlar sevmez tozu güneşin toprağında)

adım leylâ benim, söğüt sefaretinde kâtibim
getir ne kadar yeşil varsa, yazdır bana
kâğıda kaleme ihtiyacın yok senin
nasıl olsa benim alnım bir karatahta
sile yaza, sözcük oynayalım o dar odalarda

sen gün boyu çarşılara çıkarsın
gezersin toz duman arasında
parmağımı şuraya koydum, rafyayı bağla
paranın üstü çıkmazsa, beni koyarsın tezgâha
incik boncuk al habire, ver sevgililerine
değil mi ki, benim boynum kıldan ince
incelikli kolyeler de olmadığına göre
yahu hikmet, gönlünden kopsun
şu mübarek günde beni biraz öldürsene
ocağıma incir ağacı diktin göz göre göre

sana şarap aldım hikmet
mantarı çek, güneş dökülür avuçlarına
gövdelerinin şeklini bir kaba bıraktıkça
güvercinler kanatlarından kopar, unutma
sen de beni bırak ama, bir hoşça kal de hiç olmazsa

kuş uçtu, kervan geçti
ben senden geçemedim
ahdım olsun, bir gün yanına gelirim
o zaman bana adımı sorma
sana yalan söylerim hikmet
öyle sevdim ki seni, öyle bi sevdim ki
iyi kötü demeden aldım senden ne varsa
yalanlarım bir gün arşa uzarsa
şaşırma, yalnızca anımsa hikmet

yaz bahçeleri, kış bahçeleri
şarkılar, mumlar, kandiller
sırtında şarap taşırdı kediler
ben sevmeye seni bahane bildim
başka bir şey demeye gerek var mı hikmet?

yaz sonuydu gittim, günler teker teker kısaldı
gün güneş makileri düzlüğü sardı
ölü çocuklar taşıdı kadınlar kasıklarında
bir taşa takılıp sallanamaz oldu beşikler de
isimler hikmet, isimler çoğaldı alnımda
sonra nisan geldi, boy attı günler
üç küçücük hece çınladı kapımda
birinde sevinç, birinde ölen çocuklar, birinde de...
duvarı yokmuş evimin, selam eden girdi içeri
hallerini sordum, aç mısınız dedim, sustular
kahrımı bildiklerinden gecemi azaltmaya çalıştılar
iyi gelir dediler, başıma mavi çatkı bağladılar
kafama başka bir kafa koymuşum, fena ağrıdı hikmet

bir odanın içindeydi yaz ve terlemekten ibaretti
sanırım güz ben sokağa çıkınca geldi
topal bir kırlangıçtım ben o sıra
dolaşmak için yağmurlu havalar seçiyordum
evde susuzluktan kururken çiçeklerim saksılarda
ben yağmurun canına okuyordum
sanki ben, sevmek sana benzemektir sanıyordum
kedilerin kuyruklarına teneke bağlayıp
ağacı yaşken, yemişi olmadan kesip atıyordum
nerde bir portakal sandığı, bir yarım şarap
bir mimoza, tatlı bir gülüş ya da ışıldayan bir şey görsem
dinine imanına küfredip, bir güzel tekmeliyordum
sanki ben anımsamak sana benzemektir sanıyordum

hikmet a be benim salağım, şapşalım yapma bunu bana
bir başka ağızdan söylendiğinde eksilir, yoksullaşır
benim sevgim. emeğim benim...
alnım karatahtası oldu sözlerinin
karman çorman öyküler, isimler
nasıl da karanlık yıkandığım sular
biz sevgiliydik be bir zamanlar
biraz uyumak istiyorum, uyumalıyım
yalnızım ve daha çok yalnız kalacağım
vebalı gövdesinde söğüt ağacının
ben kendimi ilk savrulacak yaprağa yamadım
ağzına hercai bal katıp gülümseme
öyle olur olmaz etrafımda dolanma
hikmet artık beni uyandırma

yitirmek neyse ne hikmet, ama bir yitmeyegör
insanın içinde yaprak kımıldamaz
bana seni reddetmek için bir fırsat vermedin
hikmet ben ellerin olmadım, sen ele verdin

hançerini söküp götürme
bırak yerinde kalsın
kanım, zehrin tadına karışsın
hikmeet! namussuz hikmet
başın boynunun altında kalsın
......

aceleci bir rüzgârla savruluyor buse
bulutlar eteğini toplayıp, kayalıklara çekiliyor
ağustosun son demi, güneş batıyor ten hasadından
göç katarı peşine bir alay kuş takmış gidiyor
çekilip gidiyorum ben de...
aceleci bir rüzgârla savrulan buse
bir kaç yarım öykü kuşların kanadında
başka memleketlerde tamamlanmak üzere

hükmüm yok artık burada, yalnızca bir fazlayım
seni hiç aramayacağım, hiç sormayacağım

hikmeet! yürekte zehirsin zemberek
nasıl da güzel duruyor üzerinde ihanet
bıraktığın açlıkta üç kuruşumla bir çorba içecek olsam
yanında şunun bunun yosması karşıma geçiyorsun
gitmesine git ama hikmet, niye içimden iplik çeker gibi
bulutum olan saçlarını ellerinle geriye savuruyorsun

hatırlasan şiirlerin sevdiği bir geceydim
adım leylâ benim, söğüt sefaretinde kâtibim
önümde bir sürü evrak, yığın yığın dosya
daha da çok işim var kapattığın dolaplarda

leylâ camları sil diyorlar, gidemiyorum
bilmem ki ben bunları niye yazıyorum
sana dilimi mühürledim oysa çoktan
kendi kendime içip içip konuşuyorum
seni, yaz bahçelerini, bir de kusurlu şiirleri çok seviyorum...