“Bir toplumun gelişmişlik
seviyesi, o toplumun, çocuklarına ve kadınlarına verdiği değer ile
ölçülür.”
Medusa, kadim yapıları nazardan ve kötülüklerden koruyan
sembol. Çok güzel bir kadın olan Medusa, tecavüze uğrar ve sonuçta lânetlenir,
yer altına indirilir (halktan soyutlama) ve kellesi kesilerek, kanından iki
damla diyar diyar gezdirilir. Saçları yılana dönüşür ve kim ona bakarsan taş
kesilir. (Kadından uzak dur, lânetlenirsin.)Havva, zihninde ya
da nefsinde yılan olan kadın! Âdem’i cennetten kovduracak kadar kötü olan,
lânetlenen varlık! Aklen ve dinen
eksik kabul edilen yaratık! Günümüzdeki iz
düşümü; recim cezası, taşlanarak ya da toplum önünde kırbaçlanarak
cezalandırılan varlık. (Mal gibi kullan ama asla değer verme, lânetlenirsin!
Kirletilince (tecavüz dahi olsa) öldürülerek temizlenmesi gereken
leke!)Sömüren sistem, tekliği sevmez. Önce gücü tam ortadan parçalaması
gerekir, bu da cinsiyetler üzerinden yapılır. Sonrası kolay, ırklar,
milliyetler, inançlar, mezhepler, ülkeler, şehirler… En küçük parçaya kadar
devam eder. Hatta bilim aracılığı ile kişi kendine düşman edilir, çatışmanın en
küçük hücresidir bu!Sömürmenin önündeki en büyük engel o anlamda “anaerkil”
aile yapısının ya da toplumsal iz düşümün (komünal) ortadan kaldırılması ile
başlar. Sindirilen kadın; korkak, ürkek, kimliksiz, sorgulamayan, biat eden
çocuk yetiştirir, artık işleri kolaydır. Bunun için en iyi araç, “sorgulanamayan
Tanrı’nın” gücünü elde tutmanın yolunu bulmaktır. Allah adına konuşmak ya da
eyleme geçmek… Kızılbaş bu anlamda da tehlikedir, çünkü Tanrıyı sorgular,
Peygamber, cennet-cehennem-halife-kutsal kitabı; halk ve dolayısı ile insan
sıfatında tekleştirir. Kızılbaşlıkta ilk felsefe, perdeyi ortadan kaldır! İle
başlar. Ortodoks inançlarda ise, örtün ve perdelen ile başlar. Çünkü her örtü
arasında yeni parazitlere yaşam alanı açılır. Kadını örtmenin altında yatan ilk
neden budur!İlk devrimci ve eşitlikçi hareketlerden biri Mazdeizm ya da
Mazdek’dir. Yanında kadınıyla beraber, halkın eşitliği üzerine düşünülen ve
geliştirilen felsefenin, yaşam alanına taşınmasıdır. Ardından Cavidan hareketi,
Hürrem ve Babek. Babek başkaldırısı en uzun sürenidir, yaklaşık çeyrek asır
devam eder.(840’lı yıllar) Yanında kadını ile beraber ezilen tüm halkları
etrafında toplayan ve emek-sermaye çelişkisini düzeltmek için mücadele eden
felsefe, kısmen başarılı olup, Abbasîlerin yıkılmasına kadar devam etmiştir.
Özel mülkiyetçiliğe karşı çıkan bu felsefe, “kadının yanağından gayrı her
şeyimiz ortaktır” cümlesinin başlangıcıdır.Her başkaldırıda ortak olan
özellik ise; halk ezilmekte yönetenler zevk içinde keyif sürmekte. Kazanan,
üreten, emekçi olan halk (köylü) saltanat ve çevresindeki adamları beslemekte,
onları koruyan askerin maaşını ve yiyeceğini karşılamaktadır. Tüm bu özverisine
rağmen, horlanan ve aşağılanan tabakadır.1239–40 Babaî başkaldırısı.
Baba İlyas, halk üzerindeki vergi ve baskılardan dolayı baş kaldırır. En yakın
Piri olan Baba İshak, muhteşem bir propagandacıdır. Baba İlyas yakalanıp, ölü
bedeni surlardan teşhir edildiğinde, Baba İshak halk ile birlikte yola çıkar.
Kadın-çocuk-genç-yaşlı ve köylülerin hayvanlarını da önüne kattığı bu kitle, her
geçtiği yerde büyür ve altı bin kişilik bir grup oluşur. Malya ovasına gelmiş
olan Selçuklu ordusunun başkumandanı Emir Necmeddin, yardımcıları Behramşah
Candar, Gürcü Zahiruddin Şir idi. Bin kişilik, üç bin altına kiralanmış zırhlı
Frank şövalyelerinin başında ise Ferdehala (Frederic) bulunuyordu. Tabi sadece
altın değil, kız alış verişi de bu pazarlığın içindeydi.
Sonunda Selçuklu
feodal sultanlığının bütün güçlerini seferber ettiği yaklaşık altmış bin kişilik
koca ordusuyla, altı bin kişilik Babaî halk güçleri 1240 yılının Kasım ayı
başlarında Malya ovasında karşı karşıya gelir. Simon de Saint Quentin'in verdiği
bilgiye göre Babaî halk güçleri, iki ay içerisinde inançları uğruna hayatlarını
hiçe sayarak, Selçuklu feodal kuvvetlerine karşı tam on iki meydan savaşı
kazanmış bulunuyordu. Bu nedenledir ki, Selçuklu askerleri Babaî güçlerinin,
inançlı ve kararlı duruşlarından ve aralarında yayılmış olan Baba Resul'un
mucizelerinden de çekiniyorlardı; Babaîler´i kılıç kesmez, ok işlemez
olduklarına inanmaya başlamışlardı. Onlardan on kat daha fazla olmalarına rağmen
saldırıya geçmeye cesaret edemediklerini söylemektedir bütün kaynaklar.İbn
Bibi'ye göre dört bin erkek Babaî öldürüldü. Malya ovası "Kızıl börklü, siyah
libaslı ve ayağı çarıklı Kızılbaşların” kanıyla kızıla kesti. Savaş meydanında
sağ kalan kadınlar ve çocuklar savaş tutsakları olarak galipler tarafından
paylaşılarak satıldı.Savaş sonrası beş yıl boyunca kovuşturmalar sürdü,
zindanlar Babaîler´le dolduruldu. Ayna Dövle gibi Pirler yakalanıp da
Babaîliğini inkâr etmediği için derileri tulum halinde çıkarılarak, içine saman
basıldı. Bu dönem içerisinde Bacıyan-ı Rum (Pir-e) (Anadolu Bacıları) örgütünün
yardım ve düzenlemeleriyle gizlenerek sağ kalmış olan Baba İlyas halifeleri,
Suluca Karahöyük'te Hace Bektaş Veli'nin çevresinde toplandılar. Hace Bektaş-ı
Veli felsefesinin gelişmesinde bu Ana Bacılar’ın büyük katkısı vardır. (Aynı
özelliği, Seyyid İmadeddin Nesimi’nin eşi Fazlullahın kızı Ana Fatma’da da
görmekteyiz.)
En büyük çatışma, Ortodoks inançlarda “mutlak güç
Allah’dır”. Bu gücü kullanma yetkisi, onun gölgesi olan Peygambere ya da
halifeye-sultan’a geçmektedir. Onların dışındaki insanlar, tebaa, kul, ümmettir
ve biat etmek zorundadır. Halife, Allah adına konuşandır. Kızılbaşlıkta ise
“halk mutlak güçtür” çünkü Hakk’ın gölgesidir. O nedenle tüm erk, halkın elinde
olmalıdır ve yetmiş iki millet aynı nazardadır. Eşit olan halk, ürettiğini de
eşit emek ile eşit şekilde paylaşmalıdır. Mülkiyetçilik o anlamda huzur bozan
bir sistemdir, mülk ortaklığı huzuru sağlar. Asker, polis ve savaşçılar halkı,
halktan koruma ihtiyacı olmayacağı için anlamsız ve gereksizdir, çünkü silahlı
güç, halkın vergisiyle ezen kesimi yine halktan koruyan bir yapıdır.Bu arada
Babek ile ilgili iki anekdot aktarayım. Oğlu esir edilince babası Babek’e mektup
gönderir, teslim olmasını ister. Babek oğlu için şöyle der: “O benim oğlum
değil. Kırk yıllık esir hayatı yaşamakdansa, bir gün özgür yaşamayı
yeğlemeliydi.“ Diğeri de; işkence edilirken, yüzündeki acı gözükmesin diye,
kolundan akan kanları sık sık yüzüne sürmesi ve bu acının düşman tarafından
görünmesini istememe gayreti. Aynı özelliği birçok Kızılbaş Yol Önderinde
görürüz. Hallac-ı Mansur, Seyyid Nesimi, Pir Sultan, Bedrettin, Seyit Rıza, son
dönemin devrimci önderleri.Bu dönemde en etkili mücadeleyi kadınlar yani
baciyanlar verir. Baciyanlar, saçlarını kestirip, ayakları çıplak, bir hırka ve
bir bağlama ile köy köy gezer, propaganda yaparlar, gezgin Ana’dırlar ya da
Pir´dirler (PİR-İK-E). Bu kadınlar için şöyle fetva verilir; Tanrıyla
aralarındaki bağ olan saçlarını kesen bu kadınlar… Bunlardan biri Seyyid
Nureddin'in kızı Fatma Bacı yani Ana Fatma’dır. Babaî hareketinden sağ kalan
birçok yol eri, bacıyanlar tarafından saklanır ve beslenilir.Daha da
derinlemesine bakılırsa, “Işık İnsanı” olarak nitelendirilen tüm felsefelerde,
kadın ön planda, en azından erkekle eşit koşuldadır. Mücadelede erkekle aynı
fedakârlığı ve cesur direnişi göstermiştir. Bu felsefenin son kalesi; bana göre
Dersim’dir. Bunun sebebi, coğrafi ve zorunlu koşullardır. Başka halklar ile
ilişkisi kısıtlı, kendi dili ve felsefesi dışında bilgiden mahrum. Kız alış
verişleri bile son yarım yüzyıl hariç aynı aşiret içinde olmuş, Ocak mensubu
olan kızlar aşiret mensupları ile evlenememiş, kısacası Ana’lar-Pire-Pirike’ler,
Pir soyu ile evlenerek kendi özelliklerini korumuş, bir sonraki çocuğa yol
öğretisini aynen aktarmıştır. Bu da dil ve felsefe asimilasyonunu
engellemiştir.O nedenledir ki; Dersim´de her yüksek dağ bir evliyanın
ikametgâhıdır. Fakat bu ikamet erenlerinin hatırı sayılır kısmı bayandır.
Eşitlik hâlâ devam etmektedir. “Dede (PİR) ne ise Ana da(PİRE)” odur ve aynı
saygıyla karşılanır. Kızılbaş kadınının özgür ve asi yapısı biraz da geçmişten
aldıkları mirastır.Gelelim Dersim’de yılana. Her Dersimli en azından
birkaç tane Eren ve Yılan eşliğinde rivayet dinlemiştir. Yılan Dersim’de
tariktir (yol). Yılan aynı zamanda Wayire çe (ev sahibidir) iyi ve kötüyü ayırt
edendir. Dersim’de rüyada görülen yılan düşman olarak yorumlanmaz, ilahi bilgi
ya da dost olarak tanımlanır. Derinlerdeki hazinenin bekçisidir, bu anlamda
Dersimli için Yılan içimizdeki nefistir. Nefs bizim en acımasız öğretmenimizdir
ve bizi aydınlığa çıkaracak olandır. Bizim aynamız ve bizi bize tanıtan
tarafımız, derindeki bilgiye ulaşmak için yol gösteren kılavuzdur. O nedenle
birçok Pirlerimiz yılanları ile beraber anılır ve yılanlar o anlamda
“asa”dır.Tüm kültlerde; yılan kadın yani ölümsüzlüğü bilen varlık
Şah-Maran, Dersim kültünde sae-mor (elma yılanı) ya da sae-maran olarak
adlandırılır. Neden elma, konusu oldukça uzun, o nedenle burada bu konuya hiç
girmeyeceğim.Yüz yıllardan bu yana kaç milyon kadın öldürüldü bilemiyorum.
Halen cemlerimizde kadın ve erkek diz-dize, yüz-yüze, yan-yana semaha durur.
Çünkü bu cemde, cinsiyet, dil, ırk, milliyet yoktur, aslolan şey yoldaki
can(ruh)dır. Ve o ruh, Tanrı’dan alınmış ışıktır ve tanrısal özelliklerle
donatılmıştır dolayısı ile insan o anlamda tanrıdır. (Yansıması) Binlerce yıllık
kadın-erkek eşitliğine dayalı bu kültür ne yazık ki yağmalandı ve
yağmalanmasında en büyük sorumluluk yine Kızılbaş kadınının. Umarım, kendini
tanır ve en kısa sürede eski misyonuna kavuşur.İçindeki fırtınadan
habersiz olanlar, kokmuş nefes önünde savrulur. Suçlu; kokan nefesin sahibi
değil, savrulup, kendinden habersiz olandır...