Başkalarının hikayelerini dinlemeyenler, bir gün hikayelerini anlatacak
kimse bulamayabilirler.
Şeyleri birbirinden başka biçimde tarif eden
insanlar aynı hayatta başka başka hayatlar görürler. Hayatlarımız aslında
dillerimizin birbirinden söküldüğü yerlerden sökülürler. Artık birbirimize
tercüme edilemez, birbirimize değmeyiz. Yollarımız böyle ayrılır işte,
hayatlarımız çatallanır.Devleti gördükçe, devletle yüzleştikçe karar
veriyorsun: Ya o tarafta oluyorsun ya bu tarafta.Tecrit, insanı insandan
ayırma politikasıdır.
Sadece cezaevlerinde değil her yerdedir, bütün hayatı kaplamıştır.
Vakitsizlik, sorgucuların ve tek kelimelik cevaplar isteyen
soruların bizi kendi dünyalarına çekmek için söyledikleri bir yalandır.
Oysa
yeryüzü binyıllardır öğretti ki bize; insan, insanlardan uzun sürer. Ömürden
daha uzun bir şeydir hayat.
Behiç Aşçı: Bu ülkede hukuk ve adalet
yoktur.
Kimse aslında kimsenin yerine koyamaz kendini. Çünkü herkes
kendidir, kimse bir başkası olamaz. Tahmin edebilirsin, anlamaya çalışabilirsin
ve bazen hakikaten de hiç anlamayabilirsin. Yapabileceğin tek şey bilmeye
çalışmak, en başta da söylediğim gibi, birbirimizin hikayesinden haberli olmak,
dinlemek ve duymaktır. İnsana düşen, en anlayamadığının varlığını kabul etmek,
göz göze gelmeyi göze almaktır.
"Ölümden hayat doğmaz." Ama her yöntem
her koşulda etkili olmaz. 2000'ler Türkiyesinin siyasal-toplumsal ortamında,
karşınızda çocuklarını yemekten, kurban etmekten hiçbir zaman çekinmemiş bir
egemen güç, tahakkümü yöntem edinmiş bir devlet varken ve toplumsal vicdan,
özellikle 1980'lerden sonra bunca sindirilip köreltilmişken, ölüm oruçlarının
etkili olamayacağı daha baştan belliydi. Bunu zorlayan örgütsel yapılar da, en
az devlet kadar, insanı sadece bir araç, namluya sürülmüş mermi kabul eden
zihniyette olunca, açlık grevleri ve ölüm oruçları, mücadele yöntemi olmaktan
çıkıp cinayete dönüştü.
Şükrü Erbaş: Operasyondan hemen önceki
günlerde, geniş bir aydın sanatçı grubu, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer
ile görüştük. Bir saatten fazla sürdü. Cumhurbaşkanı ne kadar mülayim,
incelikli ise, F tipi söz konusu olunca o kadar sessiz kaldı. Sadece Adalet
Bakanı'na iletebileceğini söyledi. Zaten bizim umudumuz da bu görüşmeden sonra
kırıldı.
öldüm bütün ölümlerle ben şimdiye dek
yeniden
isterim ölmek bütün ölümleri
ağacın ölümünü tahta tahta
taş
taş dağın ölümünü
toprak ölümünü kumun
çatırdayan yaz
otlarının ölümünü yaprak yaprak
ve kanlı ve zavallı ölümünü
insanoğlunun (Hermann
Hesse)
Mehmet Bekaroğlu: 122 ölü var. Bütün bunlar
burada, Türkiye'de, bu yaşadığımız ülkede oldu. 122 genç insan öldü. Ölüm
orucunu bir siyasal eylem olarak kabul etmem mümkün değil; bir hekim olarak, bir
insan olarak, asla tasvip etmiyorum. Ama bu insanları anlıyorum. Kendimi
zorlayınca "tecrit"te ısrar edenleri, güvenlik paranoyasına kilitlenenleri de
bir şekilde anlıyorum. Her iki tarafı çok dinledim, her iki tarafla da empati
kurdum, kendi mantıkları içinden baktığımda, saçma da gelse, "Olmaz böyle şey!"
de desem, anlayabiliyorum onları. Fakat toplumu, duyarsızlığı, yanı başımızda
122 genç insanın ölümüne sessizliği anlayamıyorum. Ürkütücü bir şey, bu kadar
duyarsızlık nasıl olur, anlayamıyorum.
"Babalar, askerlikten olsun,
memurluktan olsun, devletle yüz yüze kalan insanlar. Bu yüzden eylemlerde hep
çekingen dururlar. Annelerin hayatı hep dört duvar arasında geçtiği için devleti
de, polisi de bilmezler. O yüzden eylemlerde hep pervasızdırlar. Gider, eylem
yapar gelirler."İhtiyar erkekler ağladığında bir krallık yıkılır
yüzlerinde.İnsan emek verdiği şeyi seviyor. İğneyle kuyu kazıyorsun.
Babalık ise hariçten bir duygu.
Mehmet Bekaroğlu: İnsanlar
kendilerini o kadar yalnız ve çaresiz görüyorlar, o kadar anlam boşluğuna
düşüyorlar ki, kendilerini feda ederek ayakta durmaya, var olmaya
çalışıyorlar.
Her kötü hikaye, yanında hayata dair bir bilgiyle
gelir.
Bütün korkularımız arasında biz, en çok birbirimizden korkarız.
Biz, birbirimize değeceğimiz yerlerimizde şüpheci ve saldırgan uç beyleri
besleriz. Birbirimize değmeye yarayan derimizde ve dilimizde teyakkuz
halindeyiz. Derimizde ve dilimizde beslediğimiz uç beylerimiz, beslendikçe
semiriyor, semirdikçe ülkelerini ve barbarlıklarını genişletiyorlar içimize
doğru. Biz artık şüphe, korku ve öfkeden müteşekkiliz.Mucizevidir,
görebileceği her şeye karşı bir direnç uyur insanoğlunda.
Bu, insana dair
ve ulusu olmayan bir hınçtır: En derin yara, yaranın hikayesi duyulmadığında
alınandır. En vahşi Vietnam, en kanlı Filistin, en kederli Lübnan, en kırık
Diyarbakır, yanık Sivas, en ağıtlı Küçükarmutlu, en hazin Mamak, hikayelerin
anlatılmadığı yerlerde kurulur.