Siz hiç başına ne geldiği bilinmeyen birini beklediniz mi? Saatlerce,
günlerce, telefonun başından ayrılmadan, her çalışında boş umutlara, korkunç kuşkulara kapılıp. Her saniye yüreğinizden acıyla kopup yere düşmekte, parçalanmaktadır sanki. Saatlerin
uğultusuna dayanamazsınız, duvarlar üstünüze üstünüze gelir. Ayak sesleriyle canlanır, soluğunuzu tutarsınız. Komşuymuş.
Sokaklar boşalmış gibidir. Koca bir ağıtla kaplanmıştır dünya, ama bir tek sizin kulaklarınız duyar. Bir iz olmalıdır mutlaka bir yerlerde. Gözleriniz gazeteleri, bahçeleri, bodrumları, otobüs camlarını tarar. Bütün ağaçlara bakarsınız teker teker, belki bıçakla kazınmış bir işaret umuduyla... Tanıdık bir paltoyla yüreğiniz hoplar.
Bunları yaşamamış olabilirsiniz ama böyle bir anınız vardır. Altı yaşlarındasınız, hiç kimse bir kedi yavrusu için neden bu kadar kederlendiğinizi anlayamaz. Gözlerinizin ışığı sönmüş, gülümsemeniz ilk kez sahteleşmiştir. Günlerce ararsınız onu, önce bahçeyi, sonra sokağı, giderek genişleyen çemberlerle mahalleyi tararsınız. Size yeni bir kedi yavrusu sözü verilir. Anneniz inanmayı çok istediğiniz bir öykü uydurur, ona 'cennet' ismini takar. Ama çocuksunuz işte, bencilsiniz, yanı başınızda olmasını yeğlersiniz.
Bir akşam boş boş bakar gözleriniz. Anneniz aynı öyküyü anlatmaktadır. Dudaklarınızı ısırır, susarsınız. Kediyi bulmuş, gizlice gömmüşsünüzdür. Bu sizin ilk sırrınız olur. İlk kaybınız. İlk trajediniz.
Sizin hiç oğlunuz öldürüldü mü?
Başın öne düşmüştü. Dalların gizlediği gökyüzünde iki ıslak, yalnız yıldız gibiydi gözlerin. Bende unuttun onları. Teker teker araladım dalları, günler, geceler boyu, yıllarca araladım. Bitirdiğimde sen çoktan gitmiştin.
Bir zamanlar birini sevmiştim. Kuşlar konuşurdu onunla. Pervaza sığınmış şu iki ıslak kumruya sorsam: Nerede şimdi o? Biri 'boğazımda', öteki 'kuyruğumda' der mi? Sonra biri öteki, ikisi de hiçbiri olur mu? 'Söyleyin bana, nerede onun mezarı?' diye sorsam... 'Kanatlarımda, kanatlarımda...'