Sayfalar

Che’nin çantasındaki şair; Nazım Hikmet / Sezai Sarıoğlu

“Nazım Hikmet’in önemi şurada; bir devrim düşüncesini toptan üstlenmiş ve sonuna kadar götürmek cesaretini göstermiştir. (...) Nazım Hikmet, şiirini hayatıyla tam doğrulamış bir şairdir. Ama daha önemlisi siyasal tutumdaki birçok şairin aksine, hayatını şiiriyle eksiksiz bir planda doğrulamayı da başarmıştır. Devrim düşüncesiyle şiirsel yük müthiş bir bütünlenme içindedir onda. Ve bu bizim şiirimizde Nazım Hikmet’e kadar rastlanmayan, dünya şiirinde de seyrek rastlanan bir özelliktir. Şiirsel onur, yiğitlik tavrıyla bir arada gider Nazım Hikmet’te. Şiirin en büyük deneylerinden biri..  (Cemal Süreya) 
Son günlerde Che’nin çantasında Atatürk’ün Nutuk’u dahil nice
kitapların olduğuna dair tasarlanmış haberler okuduk. Öncelikle şunu belirtemek gerekir; Nazım Hikmet tabu ve tapu değildir, her tarihsel-siyasal özne gibi eleştiri dışı hiç değildir. Nazım’ın ve partisi TKP’nin Kürt meselesindeki tutumunu ve sosyalizm tasavvurunu delilleriyle ele alıp eleştirmek yeni bir sosyalizm teorisi ve pratiği için gereklidir. Kaldı ki bu tür çalışmalar kendi sosyalizm tasavvurumuzda milliyetçiliğin ne denli içkin olduğu eleştirisini içerir... Onu “duygusal” olarak bir çırpıda “ırkçı-milliyetçi” ilan ederek işin kolayına kaçmak yerine bu tür tarihsel karakterleri, hem soru(n) hem olgu hem de değer olarak üçlü bir zeminde ele almak gerekir.
Cemal Süreya’nın tragedyası, temelde Kürt bir ailenin sürgünlüğü ve dil travması üzerinde yükselirken, Nazım’ın tragedyası, sosyalizm tercihinden ve devletin topyekün saldırısından doğar. Sevelim sevmeyelim, yok sayalım veya tabu-tapu katına yükseltelim, onu “Tarihte bireyin rolü”yle algılamak ve “tek kişilik toplum” olarak nitelemek de mümkündür. Devletin topyekün saldırıyla yok etme çabasına rağmen -bazen bocalasa da- buna şiiriyle karşı saldırıyla cevap vermesi, hapishaneler ve sürgün yılları unutularak Nazım okuması yapmak sorunludur.
Şiirin gücü
“Nasıl da kuşatıyoruz Emperyalizm akrebini! Ve etrafında, ÇA-ÇA- ÇA değil, yeni bir ateş dansı başlıyor: Çe-Çe-Çe” diye...” (Can Yücel)
Nazım’ın şiirlerinin öldükten sonra da tersine yarışmasını kendi türlerinde farklı iki efsane olan Nazım ile Che ilişkisiyle örneklendirelim. Yerli dilinde “insan” ve “Dost, arkadaş” anlamına gelen aynı zamanda “Hey! Duy, işit!” nidası olan Che, 6 Temmuz 1958’de, Fidel Castro ve arkadaşlarıyla Meksika’da tutuklanınca Meksiko Siti Hapishanesi’nden ailesine yazdığı bir mektupta tarihe şöyle notlar düşer: “Şu andan itibaren ölümümü bir yenilgi olarak değerlendirmeyeceğim, aksine Hikmet gibi şöyle diyeceğim: ‘Ve yalnız / yarı kalmış bir şarkının acısını / toprağa götüreceğim...” Daha Küba devrimi olmadan Meksika hapishanesinde Che’nin çantasındaki bir şiir..
İyi bak yıldızlara / onları belki bir daha göremezsin...
Nazım Hikmet’in şiirlerinin Türkiye sosyalistlerinin başucu kitaplarından olduğunu, eğitim çalışmalarında, siyasal bildirilerde, ajitasyon ve propagandalarda kullanıldığını biliyoruz. Onun “Şehir / uzakta. / Genç adam / ayakta / Akıyor şehirden geçen nehir / genç adamın ayakları dibinden.” dizeleriyle başlayan “Bir genç adama... Hakim Heraklite... Yıldızlara ve aşka dairdir...” şiirinin, Nazım’ın yattığı Bursa ve Sultanahmet hapishanelerinde yatan bir başka “efsane” kültü Deniz Gezmiş’in diline pelesenk etmesi rastlantı olmasa gerek. Deniz’in voltada, mitinglerde, forum ve yürüyüşlerde şu dizeleri okuması sanki devlet dersinde öldürüleceğini sezmesinin delilidir: “ - Delikanlım! / İyi bak yıldızlara / onları belki bir daha göremezsin. / Belki bir daha / yıldızların ışığında / kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin.. // Delikanlım! / Senin kafanın içi / yıldızlı karanlıklar / kadar / güzel, korkunç, kudretli ve iyidir. / Yıldızlar ve senin kafan / kainatın en mükemmel şeyidir. // Delikanlım! / Sen ki, ya bir köşe başında / kan sızarak kaşından / gebereceksin, / ya da bir darağacında can vereceksin. / İyi bak yıldızlara / onları göremezsin belki bir daha...”
Nazım Hikmet deyince Che Guevara, Che Guevara deyince Deniz Gezmiş’in ve nihayet öldükten / öldürüldükten sonra da tersine yarışan her üç “efsane” kültün şiir üzerinden de aklımıza gelmesi, yolumuzu kesmesi büyük insanlık ve şiirin işlevi açısından değer olarak algılanıp bilinmesi gereken örneklerdir...
Nazım’ın şiirinden esinlenen film
Bir başka örnek... Nazım Hikmet’in politik olmayan(!) “Su başında durmuşuz. / Su serin, / Çınar ulu, / Ben şiir yazıyorum. / Kedi uyukluyor / Güneş sıcak. / Çok şükür yaşıyoruz. / Suyun şavkı vuruyor bize / Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze....” dizeleriyle başlayan “Masallar Masalı” şiiri de şairi öldükten sonra da tersine koşan şiirlere örnektir. Senaryosunu Ludmilla Petruşevskaya’nın yazdığı orijinal adı “skazka skazok” olan 1979 yapımı Yuri Norstein “Masalların Masalı” isimli animasyon filminden söz etmememiz gerekiyor. Sovyetler Birliği’nde ve dünyanın pek çok ülkesinde aldığı ödüller bir yana, 1984 Los Angeles Animasyon Olimpiyatları’nda “tüm zamanların en iyi canlandırma filmi ödülü”, 2002 Zagreb Dünya Animasyon Filmleri Festivali’nde “tüm zamanların en iyi canlandırma filmi ödülü” almış bu filmin çıkış noktalarından birinin “Masalların Masalı” şiirinin olduğunun meraklıları dışında bilinmemesi, şaşırtıcı, Lorca, Pablo Neruda, gibi şairlerin arasından Nazım Hikmet’in şiirinin senaryonun ekseni olması ise önemlidir.
Akşam Gezintisi
“... Alaca aydınlık tertemiz gökyüzü / Duruyor ortada Çobanyıldızı / Bir bardak su gibi pırıl pırıl / Bu yıl uzunca sürdü pastırma yazı / Dut ağaçları sarardıysa da / İncirler hâlâ yeşil / Mürettip Refik’le Sütçü Yorgi’nin/ Ortanca kızı çıkmışlar akşam piyasasına / Parmakları birbirine dolanmış/ Bakkal Karabet’in ışıkları yanmış / Affetmedi bu Ermeni vatandaş / Kürt dağlarında babasının kesilmesini / Fakat seviyor seni çünkü sen de / Affetmedin / Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına / Mahallenin veremlileri / Yataklara düşenler/ Bakıyor camların arkasından / Çamaşırcı Huriye’nin işsiz oğlu / Omuzlarında keder kahveye gidiyor / Ajans haberlerini okuyor / Radyosu Rahmi Beylerin/ Uzak Asya’da bir memleket / Sarı ay yüzlü insanlar/ Beyaz bir ejderha ile dövüşmekteler / Oraya gönderildi seninkilerden / Dört bin beş yüz tane Memet / Kardeşlerini katletmeye / Kızarıyor yüzün öfkeden ve utançtan / Ve umumiyetle filan değil sırf sana ait / Ve eli kolu bağlı bir hüzün...(Nâzım Hikmet)
Abu Jamal’e Nazım’ın şiirleri
Bir şiirin şairi öldükten sonra da tersine yarışmasının bir başka delili de, ABD’de idam cezasıyla yargılanan, uluslararası kampanya sonucunda idamı durdurulan ünlü siyasi gazeteci Mumia Abu Jamal’dir. Onun için dayanışma kampanyaları düzenleyen Avrupalı aktivistlerin Abu Jamal’e, Nazım Hikmet’in “Hapiste Yatana Öğütler” şiirini İngilizce çevirisini göndermeleri, şiirin gücü, mazlumların kaderlerinin ortaklığı bağlamında da okunabilir.
Atina’da Epaminondas Korkaneas isimli polisin öldürdüğü 15 yaşındaki Aleksis Grigoropulos için “isyan ve insan” diyerek ayaklanan anarşist ağırlıklı gençlerin, direnişlerinin nedenlerini anlattıkları “Her yerdeyiz. Biz gelecekten bir resimiz” başlıklı bildiride Nazım Hikmet’e rastlamamız da diyalektik rastlantı olmasa gerek... Gençlerin sembol olarak dolaştırdıkları şiir, Nazım’ın 1930’da yazdığı “Hava kurşun gibi ağır!! / Bağır/ bağır / bağır / bağırıyorum. / Koşun / kurşun / erit- / -meğe / çağırıyorum...” dizeleriyle başlayan “Kerem Gibi” şiirindeki “Ben yanmasam / sen yanmasan / biz yanmasak, / nasıl/ çıkar/ karan- / -lıklar/ aydın- / -lığa..” dizeleridir. Şiirin sınırları aşarak isyanın ve insanın ortak kıymeti haline gelmesi değerdir.