Sayfalar

Sırrı Süreyya Önder;Ahmet Şık'ın henüz basılmamış kitabına el konulup imha edilmesine üzerine : Bir Sürgünün Anıları


Yıl 1948... ‘Truman Doktrini’ ile savaş sonrası dünyanın paylaşımına nizamat verdiği günler... Marshall yardımından daha fazla pay kapmak için, ülkemizde çok büyük bir ‘Komünizm tehlikesi’ olduğu savı şişirilir. Kasabın bıçağına boynunu uzatan bir koyun gibi, Amerikan dümbüklüğü her yeri işgal etmiş durumdadır. Dönemin Cumhuriyet gazetesi, ‘Amerika’nın hudutları Türkiye’den geçer’ şeklinde bir manşetle çıkmıştır.
Sabahattin Ali ve Aziz Nesin, Markopaşa adlı siyasi mizah dergisi çıkarmaktadırlar.
Aziz Nesin, Amerikan emperyalizmine karşı halkı uyandırmak için ‘Nereye Gidiyoruz’ adlı bir broşür hazırlamaya karar verir. Dönemin iktidarı, Aziz Nesin’i etkisizleştirmek için fırsat kollamaktadır. Bu broşürün hazırlandığını haber alınca harekete geçerler. Polis matbaayı basar. Ön yüzü basılmış, arka yüzü basılmamış 11 bin nüsha broşüre el konulur. Aziz Nesin de gözaltına alınır. Dönemin işkenceciliği ile maruf emniyet müdürü tarafından sorgulanır. Sorular size tanıdık gelecektir. İlk soru, “Niçin yazdın bu broşürü?” şeklindedir.
Nesin, Cumhuriyet gazetesindeki başlığın ulusal onuruna dokunduğunu, o yüzden halkı uyarmak isteği ile yazdığını açıklar.




Müdür, “Yani Rus köpeği mi olalım?” diye hiddetle bağırdığında Nesin, “Evvela köpek olmayalım!” der ve hapse tıkılır. 22 yıl hapis isteği ile yargılanmaya başlar. Dönemin yasasına göre ‘yayın yoluyla işlenmiş’ suçun oluşması için o yayının en az iki kişi tarafından okunmuş olması gerekir. Bırakın yayımlanmayı, henüz tümü basılmamış kitabı okuyan (!) bir yalancı tanık bulunur. Diğeri için kimseyi bulamayınca, akıllarına kitabın dizgisini yapan mürettip gelir. Dizgi yaptığına göre mutlaka okumuş olmalıdır diye düşünülür. Balkan muhaciri bir amcadır dizgici... Hâkim gayet emin bir tavırla sorar:
- Okudun değil mi kitabı?
Dizgici cevaplar:
- Hayır, okumadım Hâkim Bey!
Hâkim hiddetlenmiştir.
- Sen dizgisini yapmadın mı? Okumadan nasıl dizersin be adam?!!
Mürettip şaşkın bir edayla ve yöresel aksanıyla cevaplar:
- Ben dizdiğim bütün kitapları okusaydım, şimdiye profesör olurdum be hâkimim!
Buna rağmen saçma sapan bir bilirkişi raporuyla suçun oluşmuş olduğuna karar verilerek 10 ay hapis ve sonrasında Bursa’ya sürgün cezası alır Nesin... O ceza maddesi, sonraları anti-demokratik bulunarak kaldırılmıştır. İşte böyle bir ceza maddesiyle Aziz Nesin’in yıllar süren hapislik ve sürgün günleri başlamıştır. Yuvası dağılan, çocukları perişan olan Aziz Nesin, yıllar sonra bu zulmü, ‘Bir Sürgünün Anıları’ adıyla kitaplaştırır.Bu kitabı ilk okuduğumda 13 yaşındaydım. Birazcık siyasal mizah alanında üretim yaptıysam, bunu bu kitaba borçluyum. Başucu kitabımdır. Mübalağasız, onlarca insana hediye ettim. Ne zaman gelişmeler beni bunaltırsa, ilk defa okuyormuşçasına bir heyecanla tekrar okurum. Hüzün ve komiğin bu kadar ustalıklı bir sentezi dünya edebiyatında bile nadirdir.
Bu yazıyı Ahmet Şık’ın, basılmamış kitabına el konulup imha edilmesi dolayısıyla yazdım.
Nesin’i yargılayan hâkimin adını bilen yoktur. Tek parti dönemine hayır dua eden, akıl ve ruh sağlığı yerinde tek insan evladı bulamazsınız. Dönemin işkenceci müdürleri, yalancı tanıkları, işbirlikçileri, hırsızları, uğursuzları, bilirkişileri, tarihimizin lanetliler bahçesine gömüldüler çoktan...
Aziz Nesin’in bu kitabı 40’ın üzerinde baskı yaptı, 20’nin üzerinde yabancı dile çevrildi. Büyük usta, kendisine bu muameleyi reva görenleri soytarı etti. Üzerinde kimsesiz çocukların top oynadığı bir bahçede, olan bitene acı acı gülümsemeye devam ediyor hâlâ... Tarih göstermiştir ki “Karınca kanat takınca, zevali yakındır.”
Not: Yazımı gazeteye yolladıktan sonra Radikal’e polisin gittiğini öğrendim. Ertuğrul Mavioğlu’nun bilgisayarından dosya almışlar. Ertuğrul kardeşime geçmiş olsun. İktidarın her icraatında bir boncuk bulanlar, buna ne diyecekler acep?
Kürt’ün sillesi Sabahat Tuncel’in davranışı üzerine adab-ı muaşeret dersi verenler için samimiyet testi şudur: Kürt milletvekilleri Meclis’ten yaka-paça, tekme-tokat götürülürken ‘gık’ dediniz mi? Efendim?.. Peki ya Sevahir Bayındır’ın ayağı polis tarafından kırıldığında? Ona da mı bir şey demediniz?.. Çekilebilirsiniz!

Muhtar’ın Elizabeth’i

Reha Muhtar, kendisinin ‘Nükleer Felaket’e üzülme biçimini eleştirenlerin hepsini ‘çete’ yapmış. Belden aşağımızın ‘sorunlu’, beynimizin şehvet esiri olduğunu söylemiş. Sonunda bir itiraf var, “Japon sevgili bir metafordu” diyor. Halkımız belki anlamaz, ben açıklayayım; yani “Aslı astarı yok, benzetme yapmak için uydurdum ben onu” demek oluyor. Halen üniversitede ‘yaratıcı yazım’ dersi veren ve bu arada öğrencilere ‘metafor’u da anlatan birisi olarak utandım, yer yarılsa da içine girsem dedim. Gel gör ki rahmetli Elizabeth Taylor’ı da anarken onu ilk nasıl çıplak gördüğü ile başlıyor. E hani şehvetle sulanan bizim beynimizdi? Buradan sesleniyorum: Reha Abi, metafordur o metafor! Neyse ki aynı yazıda Gazi Paşamızı anlatırken Florya’dan çivileme yaptığı hali gelmemiş aklına..Muhtarın bıllosunla üzülmesi  (tıkla)