Sayfalar

Zorba Derviş İnsan- Zeki Bulduk


Zeki Bulduk'tan Nikos Kazancakis’in efsanevi kahramanı Zorba üzerine bir portre denemesi..

Kılıçla, kazma ile kendini şekillendiren ruh
Okula gitmediği için beyni bozulmamıştır.
Kalbi ilkel cesaretini kaybetmemiştir.
Bulgar köyünü nasıl yakmışsa, kendisini saklayan kadının yanmasını da aynı gözlerle izleyecek kadar zalimdir belki de.
Bulgar çetecilerle ve Osmanlı askerlerine karşı savaşmıştır. Adam öldürmüştür. Ama, ölümüne pişmandır savaşlara katıldığı için.
Çalışırken dünyayı görmeyecek kadar yüreği güm güm vuran bir emekçidir.
Kadını taparcasına sever ama her cümlesinin sonunda “şeytan götürsün kadını” der. Her sevdiğini ilk kez seviyormuş denli içten ve çocuksudur.
Dünyada kaç ırk var? sorusuna “İki ırk vardır: Kadınlar ve erkekler!” diyecek denli saf ve de gerçekçidir.
Domates, peynir yiyipte, üzüntüye, aşka, kavgaya, mertliğe, sevince ve çoşkuya dönüştüren ender insanlardandır.
Maden çökerken önce işçileri kurtarır, sonra da dışarı çıkıp yemeğini yer, hiçbir şey olmamış gibi.
Aslında kimdir Aleksi Zorba?
Bergson’un talebesi, Yunanistan Sosyalist Partisi’nin kurucusu, Lenin, Nietzche, Buda ve Mevlana aşığı Yunanistanlı aforoz edilmiş yazar Nikos Kazancakis’in Girit’te maden işletmesinde ustabaşı olan Makedonyalı ihtiyar bir delikanlıdır.
Çocukluğunda Osmanlının sıbyan mektebine gitse de isyanların ardından tahsil hak getire.
Kazması, küreği, kılıcı ve yumruğuyla yontmuştur ruhunu. Yazıyı asla sevmez. Yazanların kaçak güreştiklerine inanır. Yazıcıların yalana dolana saklandıklarını; gerçeklerle yüzleşmediklerini çokça ifade eder. Öyle ki, yazıyla Tanrının çehresini değiştirdikleri için de kitaplara düşmandır. Kitapsız mıdır? Sanmıyorum. Zira, çocukluğunda öğrendiği hikmetle dokunmuştur insanlara. “Tanrı yedi göklere, yedi yerlere sığmaz da insan yüreğine sığar. Sakın insanın kalbini kırma!” diye ihtiyar komşuları Hüseyin Ağa’nın sözleri ölene kadar önünde gitmiş, kalbine kanla bağlanmış sözlerdir.
Kazancakis ile yolları Yunanistan’da bir limanda kesişir. Sahne müthiştir. Pencereden kahvenin içini gözetleyen Zorba, Basil’i (Nikos Kazancakis) gördüğünde adeta ruhunu izlemektedir. Deli ve delici bakışları vardır Zorba’nın. Tuttuğunu koparan bir duruşu olan bu adamın teklifini asla reddedemez Basil. O kahvede hem hayat boyu dostu olacak bir adamı hem de dünyanın ilkel ama saf ruhlarının adeta sonuncularından birini keşfeder Basil. Eşyaya dünyanın yaratıldığı ilk günündeymiş gibi şaşkın; kıyamet günündeymişçesine doymuş bakan bir göz vardır Zorba’da. Bu yüzden “Patron! Dünyaya ilk kez bakıyormuş gibi bak; dünyaya son kez bakıyormuş gibi bak. Zira bu gökyüzünün altından milyarlarca insan geçti.” der.
Bir lokma, bir hırka, bir de neşe..
Dünya nimetlerine bir akbaba gibi değil de, bir kırlangıç gibi dalar. Az, ısrarlı, doyacak kadar ve göçmen kuş olduğunun bilincinde.
Aslında Zorba, bildiğimiz bir roman kahramanıdır. Kanaatkâr, bilge, cesur, erkekliğini seven, Allah’ın işlerine karışmaktan çekinen, şeytanla pazarlıktan korkan nice Anadolu insanına benzemektedir. İşçidir, madencidir, şofördür, esnaftır… Memur olmak ruhuna uymaz. Çalışmak yegâne eylemdir. Yemek-içmek adeta şükürdür. Nimetleri severek paylaşan insanın bir nevi takdiste bulunduğuna inanır: Allahım, ne güzel nimetler yaratmışsın! demek yerine nimetin kadrini bilmek daha yeğdir onda.
Rahmet kapısı… Ona göre herkese açıktır ama bir kadını reddeden ya da kadını yalnız bırakan tüm erkekler affedilmez ve de cehennemliktir
Cehennem öteki midir? Yoksa ötekini savunabilmek midir cennet?
Belki de bu yüzden Madam Osrant ölürken kasabalılardan kimse başında yoktur. Zorba kadının yanı başında durur ve onu teselli etmek için yalanlar söyler. Kasabalılar ise son nefesini verecek kadının evine yağma için gelmektedirler.
Bu yüzden tüm kasabalılar bir dul kadını öldürmek için kilise bahçesinde toplandıklarında Zorba bir başına, o kırlangıç yüreğinden fırlayan bir kartal kanadıyla taşlanan dulu korumak için kanatlarını gerer. İsa’ya tam da burada benzemektedir. (Hz İsa’nın Magdalalı Meryem’i kurtarması ile Zorba’nın Giritli dul kadın için kavga edecek denli kendilerinden geçmeleri…) Her ne kadar “bunca savaşa ve zalimliğe tanrı neden izin veriyor?!” diye hayıflansa da, “insanın küçük Allah’ın büyük” sıfatlarından başka tavsif edileceğini hissetmiştir o.
“Tanrı küçük hesaplar yapmaz patron!” der, bir yerde. “Biliyor musun, ben cennetliğim. Çünkü ben öldüğümde tanrı beni ellerine alacak, bakacak ki iyice kirlenmişim. Gülümseyecek: Bre Zorba, sen her zaman yaramaz bir çocuk gibi kirliydin!” deyip elindeki kocaman süngerle beni yıkayıp, sonra da “gir cennetime!” deyip cennetin kapısından içeri yollayacak!” Her ne kadar Aleksi Zorba’yı tahlile kalkışanlar onun dinsiz, tanrıtanımaz olduğunu ileri sürseler de Melami bir bakışı olmuştur dünyaya. Yukarıdaki sözleri de Allahın rahmetinden ümit kesmeyen, “korkunun dinine sığınanlara” atılan bir şefkat tokadı gibi olsa gerek
Acziyetini bilen ama sınırları zorlayan bir kahraman...
Evet, Allah küçük hesaplar yapmaz. Nihayetinde kurtçuklarız bizler patron! Doğduğu günden öleceği güne kadar içinde kötülüğün, çürümenin ve yozluğun kurtçuklarını taşıyan küçük insanlarız. Ha, her ne kadar gübre olsakta tam kalbimizde insan olmanın tohumunu da taşırız değil mi patron! Bu sözlerde saklıdır Zorba. Eğitimin yozlaştıramadığı hikmet vardır yaşlı, güneş yanığı yüzünde Makedon’un.
Ölürken güneşin batışını seyredip gülümseyen ve insanları mutlu etmenin ve onurlandırmanın erinciyle uyur gibi ölür.
Zorba; evet bir günahkârdı. Evet, bir roman kahramanının sayfalara hapsedilmiş bedeninden çıkıp modernizmin insanı bin bir parçaya bölmeye başladığı yıllarda dünyamızdan ayrıldı. İnsanların çoğu onu bir çapkın, ayyaş, zevk düşkünü olarak bildiler. Ama o, bir Melami kadar gizemli, bir Kalenderi kadar açık, bir şathiye kadar keskin… Kesip attı yüreğimizi. “Eğer bugün, dünyada bir ruh kılavuzu, Hintlilerin dediği gibi bir 'guru' seçmem gerekseydi; kesinlikle Zorba'yı seçerdim.” diyen Kazancakis her ne kadar haklı olsa da, Zorbanın ölümü öncesinde Kazancakis’e “iki güzel taş buldum; mutlaka görmelisin!” davetine icabet etmez, hatta savaş yıllarında “iki güzel taştan” bahsettiği için dostu, kılavuzu Zorba’yı paylar. Bunun üzerine Zorba yeni bir mektup yazar:” Patron! Hatırlıyor musun; bir zamanlar cennet, cehennem var mıdır? Nasıldır? diye sorular sorardın. Bense, uğraşma böyle şeylerle! derdim ya… Artık biliyorum ki senin gibi ana kuzuları için kesinlikle cehennem var!”
Kahramanlar zorbalaştı be Zorba!
Evet, cehennem var. Bir roman kahramanı olarak Zorba dünyayı cehenneme çevirenler karşısında her dem kavga etmiştir. Neyzen Tevfik’i deliye döndüren manzara (başsız sema eden dervişler) gibi bir manzarayı, bir yangını, bir kavgayı ve ıstırabı her dem gördükçe dünyanın cehennem gibi bir yer olduğunu; lakin her doğan çocukla dünyanın yeniden kurulduğunu ve cennet nefesinin tazelendiğini de bir kere daha hatırlatmıştır bizlere.
Zoraki roman kahramanları sarmışken dünyayı modern zamanlarda; Zorba, zorbalık etmeyen ender Zorbalardandı. Toprağı bol olsun!
Her hatırlandığında insanın yeryüzündeki kadim ve yiğit mücadelesini yüzümüze, unutkan hafızamıza bir daha vuracak olan bu denli roman kahramanı az olsa gerek.