Bir çiçek büyütüyorum yüreğimde. Doğanın
tüm renklerini kendisinde topluyor çiçeğim. Tüm çiçeklerin
kokusu var onda. Bütün geleceğim ona bağlı. Çiçeğimin
çekirdeği yüreğimde. Aslında yüreğim de bir çekirdek.
Büyüyünce sevgi çiçeği açıyor. Her şeyi onun sevgisiyle
yaşatıyorum. Dünyayı kanatlarında taşıyan melek kımıldayınca
yeryüzü sarsılıyor. Bir yer sarsıntısı oluyor. Eğilip bir avuç
alıyorum topraktan. Sevgi çiçeğinin çekirdeğini ekiyorum ona.
Yüreğimdeki ışıkla besliyorum, gözyaşlarımla suluyorum,
tırnaklarımla eşeliyorum toprağını. Sabırla bekliyorum. Yıllar
çiçekler açıyor. Mavi, kırmızı, sarı, mor ve yeşil renklerin
boyadığı sevgi çiçekleri...
Annemi seviyorum, babamı, ölen
kardeşimin kuş olup cennete uçan ruhunu, dedemi, ninemi,
yakınlarımı, yerle bir olan dünyayı, üzerindeki tüm insanları seviyorum.
olsam, hemen solacaklar biliyorum. Çiçeğim büyüyor büyüyor
ve dünyaya sığmaz oluyor. Oysa dünya çiçeğimin taç yaprağına
sığabiliyor.
Bu, masal yaprağı. Dünyayı bir masalın içine
sığıştırabiliyorum. Çiçeğim gülümseyince, yapraklarından
sayısız masallar dökülüyor. Yaprağın her noktasında bir masal
Kuşun kanatlarına biniyorum, beni uzak ülkelere götürüyor.
Konduğum her yer bana yeni bir masalın kapısını açıyor.
Giriyorum. Beni bir varmış bir yokmuş karşılıyor. Zamanlardan
bir zamanda, hiç kimsenin bilmediği bir anda, kaşla göz arasında,
cinlerin cirit attığı, pazarlarda insanların alınıp satıldığı,
bir ülke burası. Az gidiyorum uz gidiyorum. Gele gele meraklı
bir perinin yuvasına geliyorum. Peri, nurdan kanatlarına alıyor
ve beni yıldızlara çıkarıyor. Burada her şey ışıklı. Bir yıldızın
çağrısına uyuyor, şebnemin yuvasına giriyorum. Şebnem,
arıyorum. Bilen, tanıyan kimseye rastlamıyorum. Beni dışarı
bırakmıyorlar. Keloğlan kılığına girip bir yolunu buluyor
ve kaçıyorum. Gide gide bir köye varıyorum. Köyün girişinde
gümüş oluklu bir çeşmeden soğuk ve temiz bir su akıyor.
Kana kana içiyorum. İçtikçe gözkapaklarım kapanıyor. Derin
bir uykuya dalıyorum. Uyku, beni düşler ülkesine kavuşturuyor.
Bir ormandan geçiyorum. Yaşlı, büyük bir çam ağacının dalları
arasında küçük bir taht görüyorum. Çıkıyor, ufka bakıyorum.
Yerle göğün birleştiği çizgide menekşenin gözlerini görüyorum.
Işıl ışıl bakıyor. Saçları rüzgarla esiyor. Menekşenin halayığı
gidip babasına haber veriyor. Beni çağırıyor, gidiyor, ona
başımdan geçenleri anlatıyorum. 'Vah, zavallı çocuğum' diyor,
Herkes umutsuzca ağlıyor benim
için. Ben de ağlıyorum. Gözyaşı damlalarımın herbiri bir
şebnem oluyor. Sonunda menekşe karşıma çıkıyor. 'Ormandaki
çam ağacını, üzerindeki tahtı hatırlıyor musun?'diyor. 'Evet'
diyorum. Oraya dön ve beni bekle. Meğer menekşeyi, babası,
Çam ağacındaki tahtta bekliyorum. Birden yer yarılıyor, yaşlı
bir kadın beliriyor. Elinde elmas bir taç. 'Bunu' diyor, 'başına
takarsan dileğine kavuşursun.' Tacı başıma kondurur kondurmaz çam ağacı kuruyor, çatırdayıp yere yıkılıyor.
Çeşmenin suyu kuruyor. Çaresiz yollara düşüyorum. Daha
önce hiç görmediğim kentlere gidiyor, sokaklarda başıboş
dolaşıyorum. Parklarda yatıyorum. Cami avlularında sabahlıyorum.
Dilenci sanıp bana bozuk para veriyorlar. Kimse beni istemiyor.
Bir şey sormak için kime yaklaşsam, uzaklaşıyor benden.
Çocuklar deli diye arkamdan bağırıyorlar. Gün geçtikçe
başımdaki taç soluyor, elması kararıyor, kömüre dönüşüyor.
Hastalanıyorum. Günlerce perişan bir durumda ölümü
bekliyorum. Ölüm gelmiyor. Kırlara çıkıyorum, insanlardan
kaçıyorum. Patikalarda, bozulmuş olan karınca yuvalarını
düzeltiyorum. Aç ve yaralı hayvanlara bakıyorum, yemiyor,
onlara yediriyorum. Yaralarını temizliyor, iyileştiriyorum.
Dağa çıkıyor, kente oradan bakıyorum. Kimi kimsesi
olmayan bir nineye rastlıyorum. Ona hizmet ediyorum.
Ölmeden önce bana bir anahtar veriyor. Evden çıkıyor,
yaşlı kadının tarif ettiği gibi kırk adım doğuya gidiyorum.
Kırkıncı adımımı bastığım yer yarılıyor. Bir kuyuya
düşüyorum. Kuyunun dibinde bir kapı karşılıyor beni.
Anahtarla açıyorum. Menekşe karşımda. Başında elmas taç.
Ellerini uzatıyor. Mavi kanatlı bir kuşa dönüşüyor,
beni alıyor, sevgi çiçeklerinin diyarına uçuruyor. ...