Sayfalar

Dersim Mitolojisinde 7'nin Sırrı / XEWTEMÂLI BIMBAREK BO!

Evlerine doğru, hızlı adımlarla yürüdüm. Duvarın dibinde tavuklar gibi tünerken yakaladım onu. Elinde cigarasını tellendiriyor, adeta güneş ışınlarını sünger gibi emiyor.
– Ma be Xer Apo Woli.
–Xer be selamet bra.
–Apo, herkesin ağzında “Hewtemale” küçük ve büyük var. Nedir bu? Bana anlatır mısın?
Apo Wôli, hafifce gülümsedi;
– Nika cigeremi (şimdi ciğerim), Xewtemale qız; martın yedisidir. Tabi bu eski hesap, sizin hesapla değil.
Arkasından kahkahayı basıverdi. Ben de gülümsedim, öylesine.
–Şimdi sen martın yedisine on üç gün daha ekle, ne oldu efendimesöyleyeyim. Martın yirmisini, martın yirmi birine ekleyen gece. işte


o gün Xewtemale gızdır. Şimdi ondan on gün daha
ileriye git, oldu mu martın otuzunu otuz birine bağlayan gece. işte o gün de Xewtemale pildir.
– iyi de Apo Wôli, bunda bu kadar sevinecek, bu kadar hazırlık yapacak ne var?
– Ero Qıdaye to cen, Tı asma meri de ama riyê Dina? (Gadanı alayım, sen fare ayında mı dünyaya geldin?)
– Ça hen wana, Apo Wôli? (Neden öyle dedin, Wôli amca)
– Xewtemale gızde, dar ber awe sımeno. (Martın yirmi birinde, ağaçlar ve dallar su içmeye başlar.) Sojia sure, kuno bine hard’i. Hardo Dewres beno germın. (Korlaşmış sac toprağın altına girer. Toprak ısınmaya başlar.) Ve o gün yılın ilk günüdür. Karanlık ve aydınlığın savaşında aydınlık kazanmaya başlar artık. Ateş düşmeye başlamıştır, tüm kâinata. Büyük ve küçük
Hewtemal arasında ateş; kâinata yaşam verir, O’nun manasında. (O anda sağ elinin işaret parmağını öpüp, başının üstüne kaldırdı.)
–Toprağın altına giren kor halindeki demir ne peki? Ağaçların su içmesi? Bu nasıl bir takvim, neye göre çalışır? Bunları düşündüğümde Apo Wôli devam etti.
– iyi dinle beni? “ Cümle eşya; konar kudret balına.” “Doldurmuş badeyi, sunar elinden” işte o gün tabiat kendi eliyle tüm canlılara ve hatta cansızlara bade sunar. Bu bade, kendini kaybetmek için değildir, kendi özüne dönebilmek içindir.
Ya efendime söyleyeyim, “ Muhabbet ateşi yanar sinemde” Ateş sadece odunlarda olmaz, çakmak taşında da olmaz. Ateş tüm varlıklarda vardır, hatta senin yüreğinde. Yeter ki Xewtemal’in himmetine varasın. Nıka karemi esto bıra, ez son. (şimdi işim var kardeş, ben gidiyorum.)
Tabi Apo Wôli ile beraber benim öğreneceklerim de onun beyni ve ağzıyla gitmiş oldu. Elinden şekerleri alınmış çocuk gibi boynumu bükerek baktım.
Sabah olmamıştı henüz, seslere uyandım. Gaz lambasının kısık ışığında olanları anlamaya çalıştım. Amcamın dedikleri aklıma geldi, erken kalkılacaktı. Üzerimi giyinip, ben de dışarıya çıktım. Neredeyse tüm köy, elinde gaz lambası, kapılarının önünde bekleşiyorlar. Murşên’in yanına yaklaştım ve ona:
– Hayırdır Murşên, neyi bekliyoruz?
– Seycan abi mi?
– Herkes kapısının önünde! Herkes Seycan’ı mı bekliyor?
– Yok, biz bekliyoruz.
– Peki, onlar niye bekliyor?
– Onlar da kendi (Nuhri) çocuklarını bekliyor.
Bu iş Murşên ile olacak gibi değil. Amcamın yanına yaklaşıyorum, elindeki gaz lambasında gözlerini görüyorum. Yediveren çiçeği gibi, güller gibi açmış. Sevinç var, özlem var bakışlarında.
– Amca Seycan nereye gitti? Her evin Nuhrisi nereye gitti?
– Ero cigerema, nıka Qere çarsemeo. (Bak ciğerim şu anda kara çarşambadayız.)
– Neden kara Çarşamba amca? Oysa bu gün aydınlık olmalı, paylaşım var. insanlar paylaştıkça çoğalmaz mı, büyümez mi? Hem ruhen hem de bedenen; temizlenme günü değil mi bu gün?
Amcam karanlığa rağmen, başını dağlara doğru çevirdi, gördü mü? Görebilir mi? Bilmiyorum. Gözlerini kıstı, bir ses aradı gökyüzünde adeta. Sonra;
– Siyah; karanlık demektir. Ama bilesin ki aydınlıklar karanlıkta gizlidir. insan ne zaman çözüm üretir biliyor musun? Ancak sorunla karşılaşınca, işte onun gibi. Çözüm ancak sorunun içinde gizlidir. Beyaz da karanlıkta gizlidir, hatta bir tomurcuğun içindeki çiçek gibidir, tomurcuğun içinde gizlidir. Kaldı ki buradaki “ Qere” kara anlamında kullanılmaz. Eğer siyah deseydik “Şa” derdik. Diyeceksin ki, yedi nedir mal nedir? “Xewt u Mal” yedi mal anlamına geliyor Türkçede. Lakin bu Türkçe ile nasıl anlatılır onu bilmiyorum. Yedi; güneş ışığının renkleridir, ateşin rengidir ama yedinci renk “nur”un rengidir. Nur ise insanın ruhudur, doğanın ışığıdır. Yedi; insan demektir. Birler, üçler, beşler, yediler… Yedi; insan ile doğanın birleşip yine insanı oluşturmasıdır. Üç senin içinde yani ruhunda. Dört ise, tanrının asi çocuklarında. Hava, su, toprak ve ateş artık kendi aklıyla düşünür ve kendi maddesel nedenlerinin zorunluluğu ile hareket eder. Ama bu dört doğru miktarlarda karıştırılırsa insan bedenini oluşturur. Yani üç içinde dört dışında etti mi sana yedi. Yedi evrenin temelidir, insanın ışık katmanıdır, dünyanın katmanları, gökyüzünün katmanları, sarımsağın dişleri… Sen nesin dersen sende yediden beşi kullanarak bire düşensin. Bir nedir dersen; o da hiçtir.
– Anlamaya çalışıyorum amca ama çok karışık. Qere siyah değil, yedi yedi değil, mal mal değil, hepsi iç içe geçmiş sihirli kutlular gibi.
Amcam gözlerini hafifçe açarak devam etti:
– Vücudundaki gözle görme, kafandaki kulakla duyma, elindeki deriyle hissetme, dilinle tatma, burnunla koklama işte o zaman ne dediğimi anlayacaksın! Küçük Xewtemal’den sonraki ilk çarşambayı perşembeye bağlayan gece, bu gece. Bu gece, evin en büyük çocuğu (Nuhri) şafaktan önce evden çıkar ve 7 kaynaktan su getirir. Evden çıkmadan önce alınlarına, avuçlarına, ayak altlarına, göğüsleri ne ve sırtlarına kazanın dibindeki isten artı işareti çizerler, siyah bir mühür yaparlar. İki avuç, iki ayak tabanı, alın, göğüs ve sırt ettimi sana yedi. Her sonsuzluk bir ışığın temsilcisidir, kalp ise nurun ışığıdır, yani yedinci ışık. Bu artı işareti altı yönü yani aslında mekansızlığı, sonsuzluğu temsil eder. Ölüm ve yaşamın ötesini gösterir. Vücudumuzdaki ışık noktalarıdır bu yerler, aynı zamanda ateş aldığımız yedi noktadır. Ateşin şekil değiştirmiş hali olan közden, yani ateşin yaşam sonrası sonsuzluğu ifade eden siyah bir leke sürmek ve bunu gidip suyla yıkamak gerekir.
Alındaki karalıklar gibi her şey temizlenir, o suyla. Bu aynı zamanda Tanrının iki çocuğunun buluşmasıdır. Ateş ve su kutsal yaratık olan insan bedeninde buluşur. Toprak ve hava ile bütünleşir. İçteki üçle tamamlanır. Hasta olanlar, bacakları, kolları ağrıyanlar, bu gece kaynak suyuna girince şifa bulur. Su bu gün çok önemlidir, yaşamdır, sıhhattir, temizliktir… Khevaniye, (evde hizmeti gören hamarat kadınlar,)yayıklarını alıp suya gidecek. Akşam pişirdikleri (dani) buğday tanelerini, suyu alacakları kaynağa serpiştirecekler. Verecekler ki su da onlara versin. Buğday emektir, buğday toprağın çocuğudur. Buğday ana rahmine düşen hayattır, sevdanın çocuğudur. Böylece suya vermiş ve sudan almış olacaklar. Su ve emek birbirini özlemle kucaklayacak. Sonra onlar da bu suyla ellerini, yüzlerini yıkayacak, temizlenecekler. Aslında verdikleri de suyun mahsulüdür ama yine de suya vermek gerekir, suya hayrını yapmak zorundayız. Yayıklarının içindeki suyu farklı kaynaktan almak zorundalar, ama hane sayısı kadar kaynak yoksa her hane kendine göre kutsal olan farklı Jiyareden suyu almalı. Ve en önemlisi yayık içindeki su “yedi” kaynaktan alınmalı. Khevani yayığını iyice suda yıkar, sonra içine su koyup eve getirir. Kaynaktan suyu alırken “Ya Awa jiare, to rıskê ma kemi meke, marê xêre biya. Nêweşiye, nezer, qıtlığiye, xıravıniye düri bere. Bollığiye,xomediye weşiye, haştiye, hiraiye mau qomê marê nasıvke. Çımê ma rau welağu de meverde, ma motazê mıxenetu meke. şia şero, sıpe bero; qıler şero, pak bero; xırava mâ awede şero”.” (Ya kutsal su, bizim rızkımızı azlatma. Bize ve ahalimize hayır getir. Hastalığı, nazarı, kıtlığı bizden uzak tut. Bolluk, sağlık, bereket, rahatlık ve barış getir bize. Bizim gözümüzü yollarda bırakma. Siyah gitsin, beyaz gelsin; kir gitsin, temiz gelsin; bizim tüm kötülüklerimiz bu su ile beraber gitsin, yok olsun.) diye dua ederler.
Üç günlük oruçları bitmiştir artık.
– Neden “dani” (kaynatılmış buğday) Apo?
– Buğday kutsaldır, buğday emektir, buğday terdir, buğday tüm kuşların ve hayvanların yiyeceğidir. Ama buğday aynı zamanda göçebelikten yerleşik hayata geçişin temsilcisidir. Göçebe olan bizler dane’yi suya atarken göçebeliğimizi de dane ile beraber suya aktarırız. Toprak ananın bize sunduğu nimettir, onun için buğday ayakaltında çiğnenmez, yeşil buğday tarlasına girilmez, basılmaz, buğday tanesi ortalığa serpiştirilmez. Seni doyuranı, çocuklarının rızkını, tüm varlıların rızkını nasıl çiğnersin? Hakk’ın zoruna, emeğin ve toprağın zoruna gitmez mi?
– Evet, haklısın Apo Wuşen.
– Pişmiş buğdayların diğer kalanı Khevani tarafından hayvanların üzerine serpiştirilir, bir kısmı da malların önlerine konur, yiyecek olarak. Pişmiş buğday taneleri ipe mühür yapılır tespih gibi ve ahırın direğine asılır, orada kalır. Bereket getirsin, bolluk getirsin, kıtlığı bizden uzak tutsun diye.
Biz konuşurken Seycan (Seyco), elinde kocaman bakraçla geldi. Ağzına kadar su doldurmuş ve dökmemeye gayret ederek eve kadar gelmişti. Alnındaki odun közünün karalığından hafifçe bir iz kalmış. Amcam, suyu Seycan’ın elinden aldı ve evin içine girdi. Biz de arkasından. Yengem içeriden üzerinde eski yazıların olduğu bakır bir tas getirdi. Büyük bir olasılıkla yüzyıllar öncesine ait bir tas bu.
Amcam, parmağındaki altın yüzüğü çıkardı ve tasın içine attı. Sonra tasın içini suyla doldurdu, kendisi içti ve kalan suyu yengeme uzattı. Yengem içtikten sonra sırayla herkes o tastan su içti. Amcam, biz su içerken dua etmeye başladı. Güneş’e, Ay’a, toprağa, havaya, suya, erenlere, Munzur, Düzgi, Ağ Bawa, Tujik Bawaya, Xızır’a, Oniki imam’a ve Hakk’a niyaz etti. Sonra yengem tası tekrar doldurdu, parmaklarını suyun içine sokarak suyu eve çiselemeye başladı.
Amcam o esnada yüksek sesle;
– imdadê ma de bêro Qılavuzê Muzır Baway.
Carê made bıreso Xızırê ser deyray,
Hala hallah hala hallah hala hallah
Zikr u duwaze ma, kurwan u niyazê ma,
şerê Oli Diwande, tabuye Heqi de, qeyd u qebul vê…

Remzi Aydın / Sahipsiz Çığlıklar