Açılan kapıyı hemen kapatmak/ Karşılıklı gizlemekti bir şeyleri./ Gelip gidenimiz olurdu ya/ Gülüşmeler bizden değildi.. Behçet Necatigil
Neden aklıma çift kanatlı bir kapı geliyor ki komşuluk deyince… Bir kanadı insanın kendi yalnızlığına değen, onu koruyan, bazen hazza bazen cezaya çeviren; bir kanadı bu yalnızlıktan dünyaya açılan, sessizliğini saygıyla başkalarının sessizliğine sunan, varoluşuna insanın ve doğanın sonsuzluğunu ekleyen. İnsanın birlikte yaşamayı buluşu, ne korkuyla açıklanabilir yalnızca, ne de ekonomik zorunluluklarla. İnsanın sevme, çoğalma, büyüme, insan olma mucizesinin ilk hecesidir, başkalarına dokunarak yaşamak. Bizi yalnız annemiz doğurmaz. Biz yalnız kendi evimizde büyümeyiz. Yatağımız evimizden önce sokağımıza kurulmuştur. Her eşik beşiğimizdir.
Sabah bitişik evlerden doğar, akşam bitişik evlere gelir önce. Sokağımızın bir ucu yalnızlığın okuludur, öteki ucu bize kalabalığı öğretir. Her pencere bir başka yanımızı gösteren ayrı bir aynadır. Komşu, bizim ilk hayat bilgimizdir, ölüme dek içimizde çınlayıp duracak olan… Kendimizi de başkasını da komşumuzla severiz biz. Aşkın kanatları mıdır, kalbimizden yürüyen karınca mı; yoksa komşunun kapıları pencereleri mi, bizi evlerden göklere taşıran? Sokağımızı perde perde gölgeleyen bir nazlı kâkül, kirpiklerden dudağa düğümlenen iki pervasız zülüf, tepeden tırnağa göz kesildiğimiz iki ateş ocağı, ciğerimizden kan çekmeye başlamıştır. Sokağımız usul usul daralır. Bilmediğimiz bir acı hiçbir yere sığdırmaz bizi. Başka sokaklara gideriz, başka mahallelere, başka kentlere. Komşularımız eskimeye başlamıştır. Uzaklar bir giz gibi çeker kalbimizi. O sonsuz güven duygusu usul usul bir endişeye bırakmaktadır yerini. Merak, yeni hayatlarla mayalanır, korkuyla büyür, başka sokaklarla yıkar kendini, başka sokaklarla kurar… Biz, usul usul değil, birden bire büyürüz. Baba eski bir çocuktur artık, anne odalarda nilüfer. Kızlar dip odalarda birer oyalı zaman. Bir arkadaş cumhuriyetinin gizli kahramanlarıyızdır her birimiz. Bir kaşımız komşu evin penceresindedir, bir kaşımız içimizdeki ürkekliği burgaçlar durur. Yollar bir giz gibi çeker bizi. Özgürlük dışarılardadır. Bilmediğimiz hayatlar başka diller öğretir bize. Pervasızlıktır bir zaman pusulamız. Diz kapaklarımızdan alın çizgimize yürüyen binlerce yara, uzak hayatların hikâyeleri ile döneriz birgün sokağımıza: “Küçük ahşap bir dizi evlerdi/ On yıl önce o sokak/ Sonra geniş caddelere çıktık/ Apartıman –sizden uzak.” (Behçet Necatigil) Burası mıydı sonsuzluğun evi? Zamanı ilk kez düşünüyoruzdur belki de; ölümü ilk kez; yalnızlık ilk kez kapı pencere duvar olmuştur… Dile, bedene dönmemiş bir aşk, bir avuç bahçelerde solup duruyordur hâlâ. Komşularımız ölümün ev sahipleridir çoktan. Sokak dolusu çocuk, bizim yüz yıl geride bıraktığımız yabancılardır. Bunca uzaktan biriktirip getirdiğimiz gecikmiş bir vefa duygusudur, saygıyla sunacaklarımızı çoktan yitirdiğimiz; öğrenmek pahalıya mal olur.
Ey benim sevgiyle bıraktığım zamanlar… Her penceresine gözyaşından boncuklar dizdiğim evler… Her birinde bin ay boğulan kuyular… Çiğdemlerle, boyalı yumurtalarla baba korkusunu bayrama çeviren yaşama ustalarım… Ey bahçelerin sonsuz yazları… Hangi çocuk bilerek yaşar sizi, hangi büyük unutur sonsuzluğunuzu… “Ey geçmiş! silindikçe, silindikçe bugünle donanırsın.// Ey şimdi! geçmişle süslenirsin sen de.// Ey zaman aralıkları, zaman aralıkları! bilmem ki ne isterdiniz bir gidiş-dönüş biletine.” (Edip Cansever)