Sayfalar

Yılmaz Odabaşı:Anahtar sözcük:Sevgi! Sevginin Herkesden Şikayeti Var

Anahtar sözcük: Sevgi...
      Artık bütün albenisini yitirmiş, bayağılaşmış ve aşınmış bir sözcük: Sevgi...
      Her yerde aynı bıktırıcı sözcük yineleniyor; her yerde sevgi mağdurları, sevgi kırgınları, sevgi yorgunları ve o mağduriyetlerin, kırgınlıkların, yorgunlukların enkazından beslenen sevgi tüccarları, sevgi ihraççıları!
      Sevgisiz hayatların sahtekâr sevgileri, her gün sevgi adına yeni bir mevziyi daha yağmalıyorlar.Sevgi adına ıslah , sevgi adına ifşa ediyorlar…
      “Öteki”lerin farklılıklarını da “toplum sevgisi” adına, “ahlâk” adına rötuşlayıp, toplumdaki inanç farklılıklarını homojenleştiriyorlar.
      Bu toplumun sevgiye dair fütûrsuz cesareti, benimse korkularım şimdi.Artık her rezilliğin üstünü sevgiden söz ederek örtüyorlar. Artık her kötülüğün ibresinde sevgiyi de vurgulayan bir yan var...
      Yıllar önce izlediğim “14 Numara” adlı filmin finalinde, aktristin âşığını bıçaklayan psikomanyak, elindeki kanlı bıçakla genelev sokağında bağırıyordu:
     “Seviyoruz laaannn!”
      Hâlâ bu toplumun patolojik sevgileri, bu ülkenin varoşlarından bulvarlarına bir olağan merasim gibi hep aynı uğultuyla yankılanıyor sanki:
     “Seviyoruuuuz laan!”



      Anahtar sözcük: Sevgi...
      Bankalar müşterilerini, radyo DJ’leri dinleyicilerini, TV spiker ve prodüktörleri izleyicilerini -yüzlerini hiç görmeseler de- nasılsa çok seviyorlar(!)
      Derin devlet, vatandaş seviyor... Öyle sevgiler var ki, “ıslah” etmek için “infaz” edecek kadar (!)Bazı babalar evlatlarını, komutanlar eratlarını, amirler memurlarını, üstler astlarını; özetle bu ülkede her erk kulunu seviyor: Evire çevire, döve söve...
      Bir yerleri rastgele, içindeki “biz”leri ayırt etmeden bombalayanlar, bir “dava sevgisi” kararlılığını mazaret olarak iliştiriyorlar zalim eylemlerine...
      Gazetelerde sık sık sevgi cinayetleri.Fail: “Aşkım için yaptım, sevgim için” deyince, maktul olmak adeta bir hak oluyor; katil masum oluyordu(!)
     “Eşkıya” adlı filmde, arkadaşını jandarmaya ihbar edip sevdiğini alan Berfo, “Ne yaptımsa aşkım için yaptım” deyince, izleyicinin kolu kanadı kırılıyor; “hain adam” imgesi, anestezik etkisi olan bu cümleyle altüst oluyordu...
      Cinayetle sonuçlanan bazı evliliklerde fail, “sevişerek evlenmiştik,” diye söze giriyordu.
      Adliye koridorlarında boşanma adayı çiftler, “Biz eskiden birbirimizi çok severdik,” diye söze başlasalar da sevgisizlikten söz ediyordu.
      Taraftarlar, takım sevgileriyle silahlanıp yollara dökülüyordu...
Anahtar sözcük: Sevgi...
      Alkolü seviyorlar; cinnetleri malûm.
      Otomobilleri seviyorlar; katliamları malûm.
      Vatanı seviyorlar; infazları, darbe planları, yolsuzlukları,
entrikaları malûm.
      Parayı seviyorlar; “Para için neleri yapıyorlar?” diye sorarak sürdürürsek, bu yazı hiç bitmez. Bu yüzden, “Para için neleri yapmıyorlar?” gibi yanıtsız kalacak bir soruyu yeğleyelim biz.
      Doğayı seviyorlar; çevre yağmacılığı irkiltici boyutlarda. Dünyamızda iklim dengeleri değişiyor, buzullar eriyor, erozyon sürüyor, ozon tabakası mağdur... Ormanları seviyorlar; pikniklere gidiyor, yakıp dönüyorlar.
      Çocukları seviyorlar; çalıştırıyor, kaçırıyor, satıyor, iğfal ediyor ya da sakatlıyorlar...
      Hayvanları seviyorlar; gezegenimizde birçok hayvanın nesli tükenmek üzere. İnsanlığın gereksinimleri için her gün dünyada milyonlarca hayvan boğazlanıyor. Etini yiyemediklerinin sütünü içiyor, sütünü içemediklerinin yumurtasını yiyor, hiçbir işlerine yaramayanların ise ya derilerini yüzüyor ya da kafeslere kapatıyorlar. Karada, denizde, havada ne bulurlarsa hırsla, hınçla avlıyorlar.Bazı hayvanları ise ehlileştirerek onları doğalarına yabancılaştırılıyorlar; artık papağanlar uçmaz, köpekler havlamaz, kanaryalar ötmez oluyorlar. İnsanın insanlıktan çıktığı yetmezmiş gibi, hayvanları da hayvanlıktan çıkarmayı bir maharet sayıyorlar.
      Ölüleri seviyorlar; körler öldüklerinde “badem gözlü” oluyorlar.Ölülerin ardından mevlüt okutuyor, helva dağıtıyorlar...
      Kadınları seviyorlar. Başlıkla ya da fuhuşla onları bir biçimde satıyorlar. Kadın etinden bir sektör yaratıyorlar.Kimileri bazı ünlü “manken” orospuların bir geceliğine binlerce dolar ödüyorlar; fakat  sevgi, onların dünyasında sevgi beş para etmiyor. Kimi sözde “delikanlı”lar ise fuhuş sektöründe “pezevenk”, kimi patron, kimileri de yazgılarını başkalarının belirlediği yerde “sermaye” oluyorlar...

      Bir “cinsel obje”ye indirgenen kadın imgesi, dudakları, göğüsleri, kalçalarıyla reklam, tekstil, hatta otomotiv sektörünün ve medyanın yegâne materyali artık... Kadın eti, cinsel açlıkların da istismarıyla sistemin teminatlarından biri oluyor giderek.Kadın imgesi, önce "insan" kimliğinden yalıtılarak bir metaya, bir cinsel haz nesnesine dönüştürülüyor.
      Her kentte, mahallede, sokakta aşkı, zarafeti, mutluluğu hiç tatmamış nice kadın, “godu mu oturtan” adamlar tarafından sevgisizliğin kalplerini kemiren kıskacında intihar boğuntularına terk ediliyorlar...
      Analar, yüzlerinde bir çağın matemiyle kayıp evlatlarını soruyorlar...
      Hepimizi bir ana doğurdu ve hepimiz mutlaka bir kadını çok sevdik; ama kadınlar, büyük aşklarında, yaşam ve ekmek kavgalarında, o çaresiz ve anaç acılarında da –büyük oranıyla- erkek zulmünün saçaklarından daha kurtulamıyorlar.
      Çünkü onlar için (de) her kötülüğün ibresinde sevgiyi de vurgulayan bir yan var...
Anahtar sözcük: Tiksinti!
      Şimdi bir temmuz akşamı, dışarıda güneşin bir güne daha vedasıyla üzerimize kapısı kilitlenen bir cezaevi koğuşunda ter içinde on kişiyiz.Bir ayağı kırık küçük hapishane masamda bu yazıyı yazmaya çalışırken, Koğuşumuzun kapısının mazgalından, dar pencerelerin demir parmaklıklarından sanki gaipten sesler kulaklarımda uğulduyor; sanki varoşlarından bulvarlarına bütün kentleriyle, kasabalarıyla bir ülke o daracık koğuşta topyekûn üzerime eğilmiş bağırıyor:
      “Seviyoruz laannn!Seviyoruuuz lan!”
      O an, bir gün yine dışarıda, serviler arasında rüzgârların hafifçe avurtlarımı okşayacağı yıldızı bir yaz gecesi düşüm birden heba oluyor! O an kalbimin sokaklarında sanki kuşlar ölüyor...
      Anahtar sözcük “tiksinti” olunca, yüzümü de tiksintiyle buruşturuyorum. Sonra sol cebimdeki kâğıt mendili çıkarıp sıcak, havasız koğuşta alnımdaki ter tanelerini boğuntuyla silerek mırıldanıyorum:
      “Ben sevmiyorum!Ben sevmiyorum laaan! Siz de beni sevmeyin! Siz, benim sevdiklerimi sevmeyin! Çünkü kirletiyorsunuz, çünkü imha ediyorsunuz!”
      Sonra kalemimi yeniden elime alıp sımsıkı kavrayarak, kırarcasına ve  bağırırcasına yazıyorum:
      “Kaçalıım sevgili, bu karanlıkta bir şeyimiz yook biziim!"  


                                    
      Anahtar sözcük: Sevgi...
      Sevgi, artık bir istila mazereti...
      Ne çok sevgisiz sevgi; artık sevgisiz sevgi... İncil’den bir cümleyle,
“Bizim sevgimiz ve bütün insanlığın sevgileri...”       Her şeye panzehir sevgiler, kurutulmuş sevgiler, satılık sevgiler... Adı çok telaffuz edilen, ama kendisi pek ortalarda görünmeyen sevgi:“Bizim sevgimiz ve bütün insanlığın sevgileri.”
      Bu “büyük sevgi”lerin pervasız basıncı, geride yaralı kalpler, parçalanmış hayatlar, mağlup insanlar bırakarak ilerliyor; sarsarak, artarak, kırıp dökerek,imha ederek; insanlar artık bayraklarını, inançlarını, uyruklarını ve tüm farklılıklarını birbirlerinin gözüne sokarak aslında sadece kendilerini seviyorlar.
      Seviyorlar! Amansız, acımasız seviyorlar! Sevdiler mi “Allahına kadar” seviyorlar; ölesiye, öldüresiye...
      Tekil, öznel, hakiki sevgilere aşina değiller; bu yüzden sevgilerini hep birlikte, adeta bir toplumsal histeriye dönüştürerek mangalar, düzneler halinde bağıra çağıra duyuruyorlar. Hırsla, hınçla ölüm kokan sevgilerini birlikte haykırıyorlar:
      “............... mezar olacak!”
      Bazen sevgilerine merhametsiz bedduâlar iliştiriyorlar:
      “Seni sevmeyen ölsün!”
      Yetmiyor, faşizanlaştırıyorlar:
      “Ya sev ya terk et!”
      Hazır, şablon sevgiler tüketiyor ve hep aidiyet öğeleri içeren sevgilerin özneleri oluyorlar. Ötekilere ise asla bu dayatma sevgileri reddetmek gibi bir şans tanımıyorlar...
      Hâlâ bu toplumun sevgileri, bu ülkenin varoşlarından bulvarlarına bir olağan merasim gibi hep aynı uğultuyla yankılanıyor sanki:
      “Seviyoruz laaannn!”

       Anahtar sözcük: Sevgi, artık istilanın meşruiyeti; ben artık bu sözcükten tiksiniyorum! Sarsarak geçiyor bu sevgi, yıkarak, artarak, boğarak! Günbegün meşrulaşan bir “sevgi” yaftası bu: Öyle hoyrat, öyle örseleyici!